Vahdet Emperyalizm, Siyonizm ve Tekfirciliğe Karşı Olmaktır
“Bizler namaz kılarken; “ellerimizi indirerek mi kılsak yoksa göbeğimize mi koysak?” diye kavgaya tutuşurken, zalimler (emperyalizm/Siyonizm) bu elleri nasıl kessek diye düşünüyorlar!” İmam Humeyni(ra)
Allah’ın adıyla
Müslümanlar bugün yeryüzünde ikinci büyük inanç grubu. Yedi buçuk milyarlık insanlık aleminde, dünyanın en jeostratejik, doğal ve beşeri kaynaklar açısından en bereketli topraklarında oturan Müslümanların sayısı iki milyara dayanmış durumda.
Ancak yerküreye bir göz attığımızda görüyoruz ki, nerede bir savaş, zulüm ve kaos var, nerede kan ve gözyaşı varsa; orası İslam coğrafyası! Çiğnenen kutsallar, kirletilen iffetler, sömürülen kaynaklar, talan edilen zenginlikler vakay-i adiyeden hale gelmiş durumda. Toplumlar mazlum ve mustazaf düşmüş, yönetimler emperyalizm ve siyonizmin uşağı ve oyuncağı haline gelmiş!
“Peki, niçin?” sorusuna verilebilecek onlarca yüzlerce cevabın tümünü bir ana nedende toplamak mümkün: “İslam ümmetinin “vahdet”ten yoksun olması.” İslam ümmetinin emperyalizm ve siyonizm karşısında çaresiz düşmüş; İslam memleketlerinin gerek toplumsal ve gerekse kaynakları açısından sömürü coğrafyalarına dönüşmüş olmasının ana sebebi: “Müslümanları içten kemiren tefrika hastalığıdır!”
“Peki, çare nedir? Kurtuluşun bir çaresi var mı?” sorularının ise tek kelimelik ve kesin çözüm içeren bir cevabı vardır: “Vahdet”!
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim: “Müminler ancak kardeştir. (Hucurat-10) Ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de Rabbinizim… (Enbiye-92) Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Bölük bölük olmayın… (Al-i İmran-103)” buyurarak bizlere kayıtsız şartsız “vahdet”i emretmiştir. Yine Kur’an-ı Kerim’e yöneldiğimizde görüyoruz ki; “Hz. Adem (a.s)’den Hatemü’n-Nebi Hz. Muhammed (s.a.a)’e kadar tüm ilahi davetçiler, tevhide/vahdete çağırıp; şirk, ikilim, üçleme, nifak ve tefrikadan nehyetmişlerdir.” Yalın akıl da bize İslam ve Müslümanların kurtuluşunun “vahdet”te olduğunu söylemek te zorluk çekmemektedir.
İşte bu nokta da; “vahdet, ama nasıl?” sorusuna cevap aramak gerekiyor. “Vahdet, soyut bir slogan olmaktan çıkarılıp uygulanabilir bir pratiğe dönüştürülmelidir.” Bunun içinde öncelikli olarak: “İslami vahdeti sağlayabilmek için önce vahdeti teorik ve bilimsel olarak doğru tanımlamak, doğru anlamlandırmak ve ardından ameli olarak vahdeti gerçekleştirmek için doğru adımları atmak gerekir.
Bir realite olarak İslam dünyası farklı mektep, mezhep ve meşreplerden müteşekkildir. İslam ümmeti esas itibariyle Ehl-i Sünnet ve Şia olmak üzere iki mektep ve bunların alt mezheplerinden oluşmaktadır. Vahdeti konuşurken önce bu hakikati kabullenmeli; farklı mektep, mezhep ve meşreplerin vahdetinden bahsettiğimizin farkında olmalıyız.
Bu veriler ışığında; “öyleyse vahdet nedir?” sorusunu doğru ve kamil olarak cevaplayabilirsek, hem “vahdet”in ne olduğunu kavrarız ve hem de “vahdet”e giden yola koyulmuş oluruz.
Vahdet ve birliğe davet eden kimse, davet ettiği insanlarla ortak noktaları olduğu gibi bazı konularda ayrı olduğunu da kabul etmiş demektir. Eğer farklılık olduğunu kabul etmiyorsa vahdete davetin manası kalmaz.
Vahdet, bazılarının anladığı gibi insanın kendi inanç ve görüşlerini terk edip başkasının inanç ve görüşlerini kabul etmesi değildir. Sünni ve Şia vahdeti demek, Sünnilerin kendi inanç ve mezheplerini bırakıp Şia olmaları ya da Şiaların kendi inanç ve mezheplerini terk edip Sünni olmaları değildir. Vahdet, herkesin kendi mektep ve mezhebi içerisinde kendi itikat ve inancını koruyarak, ortak sorunlara ve düşmana karşı güçlerini birleştirerek el ele omuz omuza vermeleri, emperyalizm ve siyonizme karşı: “Kur’an’ı, tevhidi düşünce ve yaşam biçimini, mukaddes toprakları, İslam coğrafyasını, Müslüman halkların hak ve kaynaklarını, ümmetin şeref, onur ve haysiyetini ve hatta tüm dünya mazlum ve mustazaflarını korumasıdır.”
Vahdet, aynileşme değil birlikte hareket edebilme eylem ve pratiğidir. “Peki, kıstas ne olacak?” sorusunu, “Vahdet Haftası” dolayısıyla İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamaney’in söylediği şu sözlerle cevaplayalım: “Müslümanlar gelsinler, beraber birlik olsunlar ve birbirleriyle düşmanlık yapmasınlar. Eksenleri de Allah’ın kitabı, Resulullah (s.a.a)’ın sünneti ve İslam şeriatı olsun. Bu söz kötü bir söz değildir. Bu söz, garazsız ve her akıl sahibinin kabul edeceği bir sözdür.”
Vahdeti sadece üzerine konuşulan soyut bir kavram olmaktan çıkarmalı ve reel olarak var olan ümmetin yine gerçekte var olan sorun ve düşmanlarına karşı koyma ve çözüm üretme pratiği olarak ele almalıyız. Bu nokta da; “İçinde bulunduğumuz zaman itibariyle “vahdet”in pratiği nedir? Mademki “vahdet” soyut bir kavram değil bir pratik, o zaman bu pratiğin yansımaları nasıl olmalıdır?” sorularını cevap olarak yansımaların bazıları neler olabilir maddeler halinde cevaplayalım.
1- Vahdet, bugün gerek İslam dünyasının ve gerekse dünyadaki tüm mazlum ve mustazaf halkların üzerine karabasan gibi çöreklenmiş emperyalizm ve siyonizme karşı olmak, onları İslam’ın ve insanlığın düşmanı olarak bellemektir.
2- Vahdet, iktidara ulaşmak ve makam sahibi olabilmek adına emperyalizm ve siyonizme uşaklık yapmamaktır. Ülkelerin ve halkların kaderini emperyalizm ve siyonizme bağımlı kılmamaktır. Güç ve meşruiyet kaynağı olarak kendi halkını görmek, onlarla bir ve beraber olmaktır.
3- Vahdet, Gasıp Siyonist Rejim’in işgal ve zulmü altında olan İslam’ın kıblegahı Mescid-i Aksa ve kutsal belde Kudüs’ün özgürlüğü için mücadele etmektir.
4- Vahdet, başta mazlum Filistin halkının gasbedilmiş toprak ve hakları olmak üzere, emperyalist ve siyonist işgal ve baskı altında olan tüm halk ve beldelerin özgürlüğü için çalışmaktır.
5- Vahdet, öncelikle birbirini tanıma, anlama ve “Müslüman Müslümanın kardeşidir” şiarını kabullenme, içselleştirme eylemidir.
6- Vahdet, asla “mezhep ve ırk faşizmi”ne bulaşmamaktır. “Mezhep ve ırk faşizmi”nin emperyalizmin İslam coğrafyasındaki en büyük silahı olduğunun farkına varmaktır. “Mezhep ve ırk faşizmi”ni İslam ümmeti içerisinden söküp atmak için çaba ortaya koymaktır.
7- Vahdet, “tekfircilik ve tekfiri akımları” reddetmektir. “Tekfircilik ve tekfiri akımların” İslam ümmetinin duçar olduğu en büyük musibetlerden olduğunu fark etmek ve onların örgütsel yapılarının birer terör örgütü olduğunu kabullenmektir.
8- Vahdet, “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin…” (Mümtehine-1) ve “Yahudi ve Hristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar.” Ayet-i kerimeleri gereği Yahudi ve Hristiyanları “dost ve stratejik müttefik” kabul etmemektir.
İşte bu yansımaları taşıyan şahsiyet, topluluk ve milletler “vahdet” ehlidirler.
İmam Humeyni’nin konuyu özetleyen şu sözleri ile bitirelim: “Bizler namaz kılarken; “ellerimizi indirerek mi kılsak yoksa göbeğimize mi koysak?” diye kavgaya tutuşurken, zalimler (emperyalizm/Siyonizm) bu elleri nasıl kessek diye düşünüyorlar!”
Tefrika “şeytan”dan, birlik ve vahdet-i kelime “Rahman”dandır. Selam olsun “vahdet” ehline!..
https://irangercekleri.com/velayete-davet-resule-davettir-resule-davet-allaha-davettir/