Hizbullah HakverdiKaynaklarMakaleler

Üstad Hizbullah HAKVERDİ’nin anlatımıyla İslam İnkılabı güneşi… 2.Bölüm

TARİH, TEKRAR TEKERRÜR ETMEKTE VE SÜNNETULLAH’ DEĞİŞMEDEN DEVAM EDİP GELMEKTEDİR.

Evet; insanlık tarihin başlangıcından, yani Âdem (AS) devrinden beri devam edip gelen Hakla-bâtıl, imanla-küfür ve tevhidle-şirk mücâdelesinde, her iki cephe için de galibiyet ve mağlubiyet söz konusu olmuş, lâkin kesin zafer Ehl-i Hakkın ve Tevhidin olmuştur. İnsanlık tarihi, “Sahte Cennetler” inşâ’ eden (27), “Ben de (Rabb’ül-Alemin gibi -hâşâ-) diriltirim ve öldürürüm”(28) diyerek, “Tevhid öncülerini ateşlere atan” (29); “(İnsanları) toplayarak, ‘Ben sizin yüce Rabbinizim!’ diye çağıran” (30); ve “…ey etrafım-tebââm! Ben, sizin için Benden başka bir ilâh bilmiyorum!” diyerek, Allah-u Teâlâya savaş açmak (?) amacıyla ‘Çamurdan kerpiçler pişirilip yukarı (göğe) çıkması için ‘kule’ yapılmasını isteyen” (31); habis çıkarı ve saltanatının devamını sağlamak amacıyla, “Tebaası içindeki muhaliflerin erkek çocuklarını, doğar doğmaz boğazlayan ve kadınlarını-kızlarını hayatta bırakan ve bunu sürekli bir kanun ve meslek hâline getirmek isteyen”(32) ve daha sayılamayacak kadar, akla ve hayâle sığmayan bin-bir türlü zulüm, cinayet, vahşet ve tuğyan timsali olan zalimlerle, canilerle ve tağutlarla dolu olduğu ve insanlık hayatını ‘cehenneme’ çevirdikleri halde;… hepsinin âkibeti hüsran olmuş, cehennemin ‘ebedî kütükleri’ oldukları gibi, dünyada da devamlı hüküm sürememiş, güvendikleri bütün güçleriyle-saltanatlarıyla tar-u mâr olup gitmişlerdir.(33)…

Tağutlara karşı çıkan İslâm Öncüleri ise, maddî-manevî, dünyevî ve uhrevî bütün cihetlerde büyük zaferlere nail olmuş, asırlarındaki tağutî zulümatları ve karanlıkları ‘Doğan Fer-i islâm’la’ izâle etmişler, gamkin ve mazlum gönülleri sürura ve huzura kavuşturmuşlardır. (34); “…O zulmedenler, yakında hangi ınkılab ile sarsılacaklarını (görerek) bileceklerdir!”(35) Ayetinin hükmü her asırda zuhur etmiş, tahkir ve tezyif edilen mustazaflar ‘Hak Cepheyi’ temsil ederek, insanlığın öncüleri ve yeryüzünün gerçek vârisi ve hakimi olmuşlardır. Ki; ‘Biz ise diliyoruz ki, (Küre-i) Arz’da Mustaz’af bırakılanlara lütfedelim, (de) onları (yeryüzünde) İmamlar (Öncüler) yapalım ve onları (zalimlerden boşalan yeryüzünün) vârisler(i) kılalım!”(36) Ayetindeki İlâhî va’d, bunu nâtık bulunmaktadır…
■Siz’den önce birçok ‘sünnetler (vakıalar-olaylar, gelip) geçti. Onun için, yeryüzünde dolaşın da (Dini İslami ve şeriatı) yalanlayanların akıbetleri nasıl olduğuna bakın! (da, ibret alın!).” (37); “De ki: ‘Yeryüzünde dolaşın da (tarihlerini, geçmişlerini inceleyin de), hele bir bakın; (İlahî kanunları ve hükümleri) yalanlayanların akıbetleri nasıl olmuştur? (İyice görün!).” (38); “Andolsun ki, Biz, her ümmete: Yalnız Allah’a ibadet (kulluk-itaat) edin ve tağuttan içtinap edinin! (gayr-i İslâmî ve tağutî düzenlerden, onlara itaatten kaçının!)’ diye (tebligatta bulunması için) bir peygamber gönderdik. Sonra Allah, içlerinden kimine hidâyet etti; kiminin de üzerine ‘dalâlet’ hak oldu! , (gerçekleşti)! Şimdi yeryüzünde gezinin de (Peygamberlerin tebligatını) tekzip edenlerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görün!..”(39); “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, bakın; mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş?!’ (40) gibi., ayetler; tarih boyunca zulüm, küfür, şirk, tuğyan ve cinayet düzenlerinin akıbetini ve yıkılışlarını nakletmekte; günümüz benzer tağutî düzenlerin de aynı akıbete duçâr olacaklarını -sarahaten- ders vermektedir. Tekerrür eden tarih, asrımızda da aynen zuhur etmiş; tağutî şahlık rejimi, aynen selefleri olan Nemrutlar, Şeddâtlar ve Firavun’lar ‘gibi tarihin çöplüğüne atılmıştır. Ki; bu, Sünnetullah’ın ezelden ebede kadar uzanan İlâhî tezahürü ve tecellisidir. Tüm tarihi ve hayatı ihata eden, cem’iyyeti şekillendiren, siyâsî ve içtimaî hâdisâtı belirleyen ‘Sünnetullah’ ise, tebeddül-tağayyür ve tahâvvül etmez; her zaman ve her asırda cilvesini gösterir…(41)…

İşte; “İslâm garib başladı; ve yine (başlangıcı gibi) garib haline dönecektir. O gariblere müjdeler olsun!” (42) hadisinin sarahaten işaret buyurduğu;.. “Ey iman edenler! İçinizden kim çıkar da dininden dönerse, Allah onlara bedel yakında öyle bir kavim getirecektir, ki O (Allah), onları sever, onlar da O’nu (Allah’ı) severler. (Onlar) mû’minlere karşı alçak gönüllü kâfirlere karşı gayet izzetli olacak(tır). (Ve Onlar) Allah yolunda cihad edecekler ve hiçbir kınayanın kınamasından da korkmayacaklar(dır). İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki onu dilediğine verir. Ve Allah'(ın fazlı) geniştir. (O) herşeyi bilir;…(Siz) itaatten yüz çevirirseniz, (Allahu Teâlâ) yerinize bir başka kavmi getirir, sonra (görürsünüz ki onlar) size benzememektedir.”(43); “Ümmiyyin (olan evveline) henüz mülâki olmamış olanlardan başkaları (aherin)…”(44) Ayet-i Kerimelerinde ‘müjdelenen ve övülen kavim’ olduğu ve “Süreyyâ Yıldızında da olsa dini (gerçek imanı) yeryüzüne indirecek olanlar diye, Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz tarafından ‘İhbâr-ı gayb’ olarak tebşir edildiği (45); ve Al-i İmran:173; Ahzab:22,23 gibi… birçok Ayet-i Kerimelerin ‘Münâsebât-ı ma’neviyelerine’ bilfiil masadak olan kahraman iran’lı (Farisî) Hizbullahî Ümmetin, asırların benzerini ender gördüğü Büyük İslâm Kahramanı İmam Humeynînin (Rıdvanullahi Aleyh) önderliğinde ve ‘rehberliği’ altında gerçekleştirdiği muhteşem İslâm inkılabı, Kur’anı Kerim’in ‘İhbâr-ı Gaybîsi’ doğrultusunda İlâhî misyonunu ifâ etmiş; şirk, küfür, zulüm ve tuğyanla kararmış olan dünyamızı ‘Öz Muhammedî İslâm’ın’ İlâhî nuru, ‘Fecri’ ve güneşiyle aydınlatmış; güçlü ve yıkılmaz zannedilen bölge tağutunu tarihin çöplüğüne atarken, Büyük Şeytan Amerikanın ve yandaşlarının dünya çapındaki sömürü ve zulüm düzenlerinin temellerini köklü bir şekilde sarsmaya başlamış; böylece, mustaz’af bırakılmış olan Hizbullah Ümmeti için yeryüzü hakimiyeti’ kapısı açılmış bulunmaktadır…

KUR’AN-I KERİM, ASRIMIZIN MUHTEŞEM İSLAM İNKILABINDAN HABER VERİYOR…

Kâinatta ve dünyada cereyan eden tüm hâdiseleri, yaş ve kuru her şeyi tazammun eden ve mündemiç bulunan Kur’an-ı Kerim’in, insanlık tarihinin en büyük ve en önemli olaylarından-inkılablarından biri olan İran İslâm İnkılabı’ndan bahsetmesi, vukuunu haber vermesi gayet tabiidir. Baştan başa İ’câz’ olan, bir kısım ‘cüzi’ olayları bile ‘ihbâr-ı gayb’ ile bildiren Kur’an-ı Kerim’in, bu kadar büyük ve muhteşem bir olaydan; tağutî saltanatları, emperyalist düzenleri ‘sarsan’ ve paniğe kaptıran, bu kadar heybetli ve azametli bir inkılab’dan; ‘Öz Muhammedi İslâm’ın’ cihan-şümul hakimiyetini ‘esâs’ alan, ‘i’lâ-yı Kelimetullah’ için her türlü cihadın en amansızını küfür dünyasına karşı açmış bulunan bir Hükümet-i islâmîden; ve Öz Muhammedî İslâm’ın haşmetli ve şa’şalı şahlanışından bahsetmemesi, ihbarda bulunmaması ve müjde vermemesi -elbette- mümkün değildir…

Evet; daha evvel temas ettiğimiz veçhiyle, Mâide:54; Muhammed:38 ve Cum’a:2-3 Ayet-i ”erimelerinin (Resûlullah’ın açık tefsiriyle) ‘sarahaten’ ve ismen, -İslâm înkılabı’nın tabanını ve temelini oluşturan Fars kavminden bahsetmesi, yani Yüce Resulün (s.a.v) mezkûr ayetleri, bu veçhiyle tefsir ve beyan etmek suretiyle aksi tüm tefsirlerin “BUTLANİYETİNİ” isbat etmesi; ve ‘Fars’ kavminin de, şu müthiş asırda, azametli bir ınkılâb gerçekleştirmek ve islâm’ın ilâhi- tarihî ve lâhutî fonksiyonunu icra etmek, faaliyete geçirmek suretiyle ‘medh-i Kur’aniyeye ve Nebeviyeye’ lâyık ve masadak olduklarını göstermiş olmalarıyla; Kur’an-ı Kerim’in bu husustaki ‘İhbârât-ı Gaybiye-leri’ tahakkuk etmiş ve bil- fiil de ispatlanmıştır… Ayrıca; Öz Muhammedî İslâm’ın bütün evsafını haiz bulunan muhteşem İslâm Inkılabı’nı, yapısını, seyir ve hareket çizgisini ta’kib ettiğimiz zaman, Kur’an-ı Kerim’in canlı ve mücessem bir timsâlini müşahede edebiliriz. Zira; “Tevhid-i Hakiki”, “Kavlen ve fiilen nefy-i şirk ve küfür”, “Tahkîkî ve yakînî bir iman”, “Amel-i sâlih ve ihlâs”, “İ’lâ-yı Kelimetullah için her türlü cihad ve bu yolda şehâdet”, “Adaleti te’min, hükümet-i İslâmiyeyi te’sis”, “İslâm’ın tüm hükümlerini -mümkün mertebe-ikâme etme”, “Fî-Sebilillah İnfak, isâr, cihâd ve şehadette yarış”, “her türlü birr-ü takva, zühd, hayır ve hasenatta musâbaka”, “Müminlere karşı mütevâzi ve merhameti, kâfirlere karşı şiddetli ve izzetli olma”. “Allah’a tam tevekkül ve teslimiyet içerisinde bulunma, her nevi musibetlere ve ibtilâlara karşı sabır gösterme”, “Allah’a karşı büyük bir acz; fakr, şükr ve şevk ile ibâdet etme; duâ, niyaz, huşu’, huzu’, haşyet, tefekkür ve tefekkuh içerisinde bulunma”, “Havf ve recâ ile Rabb’ül-Âlemine iltica etme”, “Emr-i Bil’ma’ruf ve nehy-i anil-Münkeri şiar edinme”, “Haramın her türlüsünden ve şüphe veren her halden ve işden şiddetle uzaklaşma”, “Dünyanın metâından ve ziynetlerinden kaçınma ve ahirete yönelme” gibi… ‘Kuranî evâmire ve muhtevaya’ ‘umumî ve küllî anlamda, tamamen mazhar ve masadak olan muhteşem islâm İnkılabı, böylece ‘canlı ve mücessem Kuran’ hüviyetini ibraz ederken; diğer taraftan, Kur’an-ı Kerim’in ‘hususî, ‘cüzî ve ‘münferid’ planda da ‘nurlu ve kudsî muhatabı’ durumunda bulunmakta, bir kısım özel işaret, remiz ve delâletlerine ma’kes olmaktadır. Ki; “Vel-fecri, veleyâlin asrin…”(El-Fecr:1-14) Ayet-i Kerimeleri, bunlardan sadece bir tanesidir. İleride, ehil olan zevat tarafından daha başka ayetlerden de, bu hususta muhtelif işârî-remzî İhbârât-ı gaybîler istihraç edilecek, Kuranın eşsiz i’câzı’ bu yönden de bir kez daha ispatlanacaktır. Çünkü; ‘zaman, Kuranın en büyük müfessiri’dir.’ Ve; “Zaman ihtiyarlandıkça, Kuran gençleşiyor; rumuzu tavazzuh ediyor!”(46)…

Evet; Son Resul Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin, ‘Halık-ı arz ve semavat’ tarafından gönderilen, yegane Hayat Nizamı olan yüce islâm Dini ile, beşeriyet tarihinde en büyük İslâm İnkılabını’ gerçekleştirmiş; zulümât içerisinde bocalayan bîçâre insanlığı İslâm’ın kurtarıcı nuruna çıkarmış ye karanlık dünyayı İslâm Güneşi ile tenvir ederek aydınlatmıştır. Yüce Resulün (s.a.v) ve gerçek Eshâbının (R.Anhüm) ardında tekrar, siyâsî-içtimâî, hukukî, ahlâkî, iktisadî, vs., alanlarda ‘câhil? bir toplum hüviyetine bürünen insanlık, ‘Nurdan zulümata, Hakdan Bâtıla’ geçiş merhalesini yaşamış; Dünya İstikbârının ve Emperyalist Güçlerin ‘medenî?’ köleleri durumuna gelmiş; maddî ve ma’nevî, İslâmî ve insanî tüm değerlerini kaybetmiş; -adetâ- bir ‘mezâr-ı müteharrik’ (yürüyen mezar) ve teneşirde uzanmış bir ‘cenaze’ haline gelmiştir. İşte; bu vahim, elim ve zulümatlı bir zamanda İran’ coğrafyasında ‘parıldayan bir nur’, ‘gülümseyen bir feci”, Te-i emmu’ eden-ışıldayan bir güneş gibi doğan ve ‘öz Muhammedî İslâm’ı’ mükemmel bir surette temsil eden Muhteşem islâm İnkılabı, şirk-küfür-isyân-tuğyân ve cehalet karanlıklarına gark olmuş, dünya emperyalizminin zehirli kıskacı arasında ‘can çekişmekte’ olan bîçâre insanlığı, -tıpkı Asrı Saadet örneğinde olduğu gibi- tekrar ‘zulümâttan nura, dalâletten hidâyete, bâtıl’dan Hakka ve esaretten hürriyete’ çıkarmış, Hizbullahî Ümmetin ve Mustaz’af halkların kurtuluş ümidi, ışığı ve çerâğı olmuş, insanlık hayatını ve afakini Muhammedi İslâm’ın ilâhî nuruna boğmuştur.

İşte; “Vel’-Fecri Veleyâlin Aşr…” ferman-ı Kur’anîsi bu muhteşem ve bahtiyar ‘doğuşu’ ve ‘ınkılâbî oluşumu’ ihbar etmekte ve “işâreten” müjdelemektedir. Zira; mezkûr ‘Fecr kelimesi, maddî ve ma’nevî ‘şafakları’ tazammun etmekte, surenin siyakı ve ondan önceki (Sibakı olan) sure’nin delaletiyle, ma’nevî, fikrî, itikâdî ve ideolojik ciheti daha ağır basmakta; İslâm’ın Doğuşu anlamındaki bu fecrin’ tuluu, “On Geceye” bağlanmakta, gündüzleri de mutazammın bulunan bu “On gün”, manevî ‘münâsebeti’ yönünden henüz ne olacağı meçhul, ‘karanlık’ mâhiyetinde olduğundan dolayı da “On Gece” diye tesmiye edilmekte; böylece İran İslâm İnkılabı’nın’ özel vasfına yani, 1 Şubat ile 10 Şubat arasındaki, henüz ‘karanlık’ ve ‘gece’ mesabesinde olan “On Gününe” dikkat çekmekte, “Geçmekte olan (son) gece’den sonra “fecrin” doğacağına (İnkılabın Hakimiyet kuracağına) basiretli ve ferasetli nazarları çevirmektedir. Ki; İslâm İnkılabı’nın mübarek ‘Rehberinin’ işareti üzerine, ‘Fecrin doğuşuna giden’ bu ‘On gün’ (manevî gece), İslâm İnkılabında her yıl ‘Şafakta On Gün’ adıyla muhteşem merasimlerle kutlanmakta; “Eyyamullah’ın” büyük günlerinden biri olan bu gün, Hizbullahî ümmetçe te’sid’ edilmektedir…

Evet;.. ‘Büyük Şeytan’ Amerika’nın, orta-doğudaki ‘çıkarlarının’ bekçisi, jandarması ve kuklası olan habis ‘şahlık’ düzenini ve bölgenin ‘kilit, uşak tağutunu’ yüzbinler şehid ve yaralı vererek deviren ‘merhum imam Humeyni ve ‘Hizbullahî Cemaatı’, uşak-tağut Şâh’ın ülkeyi terk edip firar etmesine rağmen; ve ‘şanlı İmam-ı Ümmetin’ 1 Şubat 1979 tarihinde ‘İran’a gelip bizzat ‘hareketi’ idare ettiği halde;..’hareket’ bir türlü ‘hedefe’ ulaşmamış, ‘ınkılab’ tamamen gerçekleşmemiştir. Ancak; “Ve Leyâlin Aşr” (Ma’nevi, korkulu On Geceyi temsil eden) ‘On Gün’ün’ geçmesinden sonra, ‘İslâm İnkılabı’ kesin galibiyet elde etmiş ye doğan bir “Fecr-i sâdık” gibi ‘Hakimiyet Tahtına’ ancak, 11 Şubat (22 Behmen) günü oturabilmiştir. Ezelî takdir gereği olarak, İmamı Ümmet, 1 Şubatta İran’a gelmiş; firar etmiş olan tağut-uşak Şâh’ın yıkılan güçlerinin ‘kalıntıları-pislikleri’ (ma’nevi gece mesabesinde olan) Leyl-Alud ‘On Gün’de, geceli-gündüzlü bir çaba, gayret ve göğüs göğüse savaşla ancak temizlenebilmiş,’Fecr-i Kazib’ gibi yarı-ümid saçan durum, “Geçen bu on günden” ve ‘(En Son) gecenin de geçmesinden” sonra, kesin ‘Fecr-i Sadıka dönüşmüş, 11 Şubat 1979’da doğan “Inkılâb Fecri”, kendini ta’kib ederek gelecek olan muhteşem “İslâm Devletinin Hakimiyetinin yani “Güneşini” netice vermiş, böylece insanlık “Öz Muhammedî İslâm’ın” İlâhî ve lâhutî aydınlığına kavuşmuştur…

Azıcık feraset ve basirete sahib bulunan kişi, “Kur’an-ı Kerim’in, Allah-u Teâlâ’nın kelamı olarak ezelden ebede kadar her şeyi ve her hadiseyi ihata ettiğini, hiçbir şeyin ve olayın onun İlâhî nazarından uzak ve hariç bulunmadığını, İran İslâm İnkılabının da insanlık tarihinin en önemli ve en büyük olaylarından ve kıyamlarından olduğunu..” yakînen bilir! İşte kişi; konuya ona göre bakmalı;.. Ondan sonra da, “Vel-Fecri; Veleyâlin asrin…ilh.” Ayetinin geniş anlamını, muhtelif tefsirlerden -genişçe- okumalı; İran İslâm Inkılabı’nın yapısını-muhtevâsını, hareket çizgisini ve doğuş seyrini iyice tahkik etmeli; Kur’an-ı Kerim’in şâir âyetleriyle ‘Münâsebât-ı ma’nevîyesini ‘de nazar-ı itibâra almalı; ve mezkûr ‘el-fecr Suresi’ndeki (bilhassa baş kısmındaki) ‘Remizlere, işaretlere ve sırlara’ dikkat etmeli, “İslâm Inkılabı’nda kutlanan ‘Şafakta On Gün’ merasimlerinin” ruhuna ve anlamına âşinâ olmalı, müteakiben de kendi kendine şu suâlleri sormalıdır:

“Uşak-tağut Şâh, İran’dan kaçar-kaçmaz rejim neden yıkılmamış? Varlığını hâlâ sürdürebilmiştir?”; “İmam Humeynî Merhum, 1 Şubat 1979 tarihinde iran’a (her türlü tehlikeyi, uçağının düşürülmesini göze alarak) geldiği halde, tağutî rejim direnmeye neden devam etmiştir?”, “İmamın İran’a gelmesiyle büyük ümidlere gark olan İranlı Hizbullahî Ümmet, neden tağutî rejimi hemen yıkamamış, ‘On Gün’ (ve gece) ölüm-kalım mücadelesi vermiştir?”, “Tağutî idare ile birlikte, kurulan -geçici- İslâmî Hükümet birarada yaşamağa ve ayrı ayrı emirnameler yayınlamağa devam etmesindeki İlâhî hikmet ve esrar nedir?”, “Tağutun tüm güçleri darmadağın edildiği halde, neden tam ‘on gün’ (ve gece) direnebilmiş; il il, kasaba kasaba, köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak, kurum kurum, daire daire ve ev ev., göğüs göğüse mücadele ve tarihî hesaplaşma, neden ‘on gün’ (ve gecenin) bitiminden ve ‘(en son) gecenin de geçmesinden’ sonra hakim olabilmiştir?..” İşte; bu suallere, “Kur’an-ı Kerim’in ‘umumi münâsebât-ı ma’nevîyesi’ ile birlikte, Fecr Suresi’nin hususî işârî ve remzî anlamı ve islâm Inkılabı’nın yapısı ve muhtevası muvacehesinde verilecek cevaplar, konuyu aydınlığa kavuşturacaktır.

İşte;.. İslam İnkılabı rehberinin (İmamı Ümmet merhum Humeynî Rıdvanullahi Aleyh’in) işaret buyurduğu ve ‘İslam İnkılabının’da ‘Şafakta on gün’ merâsimleriyle her yıl ‘Bayram’ olarak kutlamakla pekiştirdiği veçhiyle; Allah-u Teala, “Fecr-i İslam’ın’ doğuşunu, ‘El-Fecr’ suresinde ifâdesini bulduğu üzere ‘Leyl-âlûd on günün’ geçmesine merbut kılmış;… İmam Humeynî’nin İran’a ayak bastığı 1-Şubat-1979 tarihinden, 11-Şubat-1979 tarihine kadar geçen ‘korkulu, karanlık 10 günü’ müteâkib “İslam’ın kesin zaferini ve hakimiyet tahtına geçişini temsil eden ve parıldayan şafağı olan” ‘fecr-i sadık’ bütün ihtişamiyle doğmuş, böylece Yüce rab-bimizin İlâhî emri ve ezelî (Kur’anî) takdirî yerini bulmuştur. Merhum Hazret-i imamın iran’a ayak basışı ve ‘hareketi bizzat ele alışı ve bil-fiil idare edişi’ ile birlikte, kesin zaferin ‘(geceli-gündüzlü) on gün’ uzamasının; ve ‘manevi on gece’ mesabesinde olan ‘On günün’ geçmesinden sonra;., kesin zaferin elde edilerek ‘tağutî tüm kalıntıların-pisliklerin temizlenmesinden sonra’ “Vel’leyli iza yesri” (Geçip gittiği zaman (son) gece)’ye müteâkib, asrımızı aydınlatan İslamî “fecr-i sadık” ‘in muhteşem bir şekilde doğuşunun ‘esbâb-ı mucibesi’ sâdece kitabullah’da mukarrer bu İlâhî ‘kaza’ ve ezelî ‘takdir’dir…

Sizler için hazırladığımız 3.bölümü de okuyabilirsiniz:
https://irangercekleri.com/ustad-hizbullah-hakverdinin-anlatimiyla-islam-inkilabi-gunesi-3-bolum/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başa dön tuşu