İslami Vahdet

Dine karşı din ve Mektebe karşı mezhep

İslam İnkılabının oluşum sürecindeki emeği yadsınamayacak kadar büyük olan Şehid Ali Şeriati (r.a.), özellikle gençlerin ruhunda tutuşturduğu devrim kıvılcımları ile İmam’ın (r.a.) hedefine hizmet etmiş, çok dakik tespitlerle İslam alemindeki dertlerin kaynağını ve bu dertlerin devasını içten ve dıştan gelen tüm baskılara rağmen vurgulamaktan geri durmamıştır. Bazen “eşekleştirilmiş alimlerden” bahsederken, bazen “aline” olmuş aydınların durumunu tasvir etmiş, “haccın” manasını açıklarken, duanın önemini vurgulamış ve tüm bunları ve benzeri konuşmalarını tam bir devrimci ruhla gerçekleştirmiş, kitaplarını bu ruhla kaleme almıştır. Elbetteki aldığı eğitimin etkisiyle kullandığı dil klasik dili kullanan çevrelerde bazen yanlış algılanmış olsa da, o İslam’a ve İmam’a(r.a.) bağlılığından asla taviz vermemiştir. Nitekim İmam Hamaney’in Şehid Ali Şeriati’ye (r.a.) yönelik yıkıcı eleştirilere karşı çıkıp onu sahiplenmesi ve özellikle dilden düşmeyen Şehid Mutahhari (r.a.) ile olan tartışmalarında Mutahhari’nin (r.a.) de kusurlu olduğuna dair sözleri, Şehid’in (r.a.) bizler açısından değerli addedilmesi için yeterlidir. İmam Humeyni’nin (r.a.) “Şah’tan daha çok bunlardan çektim” dediği saray mollalarının o dönemde ve günümüzde Şehid Ali Şeriati’ye (r.a.) yönelik tepkilerinin ise bizim açımızdan değeri yoktur. Zira bu bahsi geçenler zikretmekten fikretmeyi unutan, geçmişi yaşamaktan bugüne ulaşamayan ve bugünü anlayamayan, kurulu düzenlerinin alt üst olmasından korkan zavallılardır.
İşte bu denli konformistlerin saldırılarına muhatap olan Şehid Ali Şeriati’nin mükemmel tespitlerinden biri olan “dine karşı dinin savaşı”, bu savaşı kurgulayan zalimlerin bugün dahi ellerinden bırakmadıkları silah olmaya devam etmekte, bu zalimler ellerinde bulunan ve çok güçlü bir etkiye sahip bu silahı, daha da geliştirerek İslam İnkılabının temsil ettiği mektebe karşı, şii-sünni mezhep havarilerinin de gönüllü olarak içinde bulunduğu mezhep savaşına dönüştürmektedirler. Bilfiil hakka karşı cephe almaktansa, hakkın rengine bürünmüş uşakları vasıtasıyla İslam inkılabının karşısında kazdıkları siperlerden savaşmayı tercih eden batılın önderleri, iki dinin savaşmasından kârlı çıkmayacaklarını bildikleri için, aynı dinin mensuplarının birbirleriyle çatışmasından medet ummakta, bunu sağlamak uğruna İslam’ın içinde kendi destekleri ile kurdukları ılımlı-radikal cemaat veya hareketlerle İslam İnkılabının mesajının ümmete ve yeryüzü mazlumlarına ulaşmasına engel olmaya çalışmaktadırlar.
Bu bağlamda dine karşı dinin savaşını anlatırken Şehid Ali Şeriati (r.a.), insanlık tarihi boyunca yaşanan hak batıl savaşının aslında dinle dinsizlik savaşı olmadığını, tarihte dinsiz hiçbir kavim bulunmadığını, var olan savaşın tevhid dini ile şirk dini arasında olduğunu belirterek verdiği örneklerle şirk dininin tevhid dininin içinden çıkabileceğini açıklamaktadır. Hz. Musa’nın (a.s.) tebliğ ettiği dine Samiri ve Bel’am bin Baura’nın itirazları ile Hz. İsa’nın (a.s.) dindar görünen Ferisiler’den çektiklerini ve İslam’ın Muaviye’den itibaren Ümeyyeoğullarının eliyle düşürüldüğü hazin durumu tasvir edip, tevhid dininin aslında devrimci bir ruha sahipken, şirk dininin statükocu olduğunu, “mele ve mütrefinlerin” kendi konumlarını koruma adına “tağuta” itaati telkin ettiklerini, tahrif edilmiş olan kaderci mantığın her türlü zulme boyun eğmeyi meşrulaştıracak şekilde kullanıldığını belirten Ali Şeriati (r.a.), batılı aydınların “afyon” dedikleri dinin şirk dini olduğunu vurgulamıştır.
Hakikaten de zulm ile abad olmak isteyenler, ne yazık ki zulümlerine maske olarak dini kullanmayı keşfettiklerinden bu yana saltanatları daha uzun sürmüş ve halklara verdikleri “afyon” ile uyuşturdukları zihinleri kontrol etmeye çalışmaktan bir an dahi olsun vazgeçmemişlerdir. Yine Şeriati’nin (r.a.) dediği gibi putlara karşı savaşan İsa’nın (a.s.) kendisi putlaştırılmıştır. Tıpkı tek başına yeryüzündeki bütün küfre ve zulme “la” diyen Resulullah’ın (s.a.a.), sözlerinin ve siretinin tahrif edilerek zulmü ve nifağı meşrulaştıracak hale getirilmesi gibi. Artık tevhid dinine karşı savaşan sistemlerin, kendi uydurdukları yasaları müslümanlara tebliğ etme görevini üstlenen zamanın şirk dininin Bel’amları, bizlerden daha çok Resulullah’tan (s.a.a.) bahsetmekte ve onun çektiği çilelere değinmekte, O’nun (s.a.a.) savaşlarından ve ahlakından dem vurup aç yattığı geceler için gözyaşı dökmektedirler. Bunlar öyle içten(!) ve ihlasla(!) “Ya Resulullah” demektedirler ki neredeyse bizler kendi imanımızdan ve ihlasımızdan utanacak hale gelmekteyiz.
Gelin görün ki bu anlatılanlar ve yakarışlar ne hikmetse bir sonuç vermemekte ve tevhid dininin düşmanlarının iktidarları, halkın sırtından geçinip günlerini gün etmeye devam etmektedirler. Oysa anlatılanların hak olması durumunda batılın zail olması gerektiği “hak geldi batıl zail oldu”(İsra 81) ayetiyle sabitken, Allah’ın (c.c.) indirdiklerinden başkaları ile hükmetmeye çalışan kafirlerin,zalimlerin ve fasıkların hala hükmediyor olması, bahsi geçen Bel’amların hakkı anlatmadıklarını ortaya koymaktadır. Bu durumda hakkı haykıracak kadar imanlı, samimi, ihlaslı, vefakar, cefakar, azimli ve fedakar olanların küfrün bütününü temsil edenlerin safında bulunamayacağını kavradığımızda, tüm bu masalcıların o ihlaslarının(!) ve yakarışlarının, temsil ettikleri şirk dininin bekası uğruna yapıldığını anlamakta kolaylaşacaktır.
Dine karşı dini kullanmaya dört elle sarılan “süfyani sistemler” ve onların varlık sebepleri olan büyük şeytan ve avanesi, özellikle İslam İnkılabının vuku bulmasından sonra bu silahı geliştirmeyi ve İnkılabın sesinin mazlum ümmetin kulaklarına ulaşmasını engellemeyi istemişlerdir. Zira İslam İnkılabı, tevhid dininin 1400 yıllık mücadelesinin meyvesidir ve bu meyvenin tadı ve kokusu o kadar muhteşemdir ki her dinden ve mezhepten mazlumlar ona râm olmakta, ona ulaşmak için üzerlerine serpilmiş olan ölü toprağından silkinerek kurtulmakta ve şirk dininin saltanatını sarsmaktadırlar. İslam İnkılabı, dinini sormadığı mazlumları sahiplenirken tüm dünyayı karşısına almaktan çekinmemekte, adeta Resulullah’ın (s.a.a.) tüm yeryüzünde tek başına olduğu halde yalnız Allah’a(c.c.) sığınarak şirke, zulme, tuğyana “la” demesi gibi, tüm yeryüzünün küfrüne ve zulmüne “la” demektedir. Bu çağrıyı duyan şahsiyetini yitirmemiş, imanını korumuş ve her türlü pislikten kendini muhafaza etmiş halklar ve hareketler, sahabelerin Resulullah’a (s.a.a.) “lebbeyk” deyişleri gibi İnkılaba ve İmam’a “lebbeyk” diyerek koşmaktadırlar.

Bu yüzden büyük şeytan, farklı dinlere mensup mazlumların yaşadığı coğrafyalardaki halkları korkutmak ve onları İslam İnkılabının temsil ettiği tevhid dininden soğutmak için, İnkılabın İslami yönüne değinmeyip, İslamın prestijini yine müslüman görünenlerin eliyle yıkmaya uğraşmakta, bu sebeple besleyip büyüttüğü vahhabi-selefi cinayet şebekeleri eliyle tüm yeryüzünde halklara karşı cinayetler tezgahlamaktadır. Böylelikle korkutmayı amaçladığı halkların İslam’dan ve doğal olarak İslam İnkılabından uzaklaşmasını sağlama çabasındadır. Büyük şeytan aynı zamanda kendi kucağından indirmediği “hoşgörü” sahibi küfre ve zulme “ılımlı” yaklaşan “hizmet”çileri eliyle de İslam İnkılabından önce mazlumlara ulaşmaya ve İslam’ın zulme karşı olan tevhidi kimliğini, zalimlerle uzlaşmaya cevaz veren şirk dini ile değiştirmeye uğraşmaktadır.
İslam beldelerini istila etmiş olan “süfyani sistemlerde” ise büyük şeytan, uşakları vasıtasıyla ümmetin yumuşak karnı olan mezhepçiliği hortlatmaya, ümmeti İslam İnkılabından uzak tutmaya ve İslam İnkılabının benzeri bir devrimin, kendi uşaklarının saltanatlarını devirmelerine engel olmaya çalışmaktadır. İslam İnkılabı mazluma dinini dahi sormazken, mezhebi ayrılıkları gündeme getiren sünni ve şii sistemin dilleri, hakkı savunmak adına sistemi savunmaktan ve batıla düşman olmak adına İnkılaba düşman olmaktan imtina etmemektedirler. Ortak yanları “siyasete bulaşmama” olan basiretsizler güruhu, “süfyanilerin” ayakta kalmasını sağlayarak en rezil siyasete bulaştıklarından bi-haber konuşmaya devam etmektedirler. Kimileri “İran şiidir, şiileri korumaktadır, şii hilali oluşturmaya çalışmaktadır” diyerek, kimileri ise “İmamı sevmek için onun mezhebine girmek gerekir” diyerek kendilerine ezberletilenleri papağan misali tekrarlamaktadırlar. Ama iş süfyani sistemi onaylamak olduğunda bu bahsi geçen mezhepçiler ortak noktada buluşmakta ve bir arada vahdetin en koyusunu sergilemektedirler.
Allah’a (c.c.) hamdolsun ki dine karşı dini ve İslam inkılabının temsil ettiği tevhidi ve devrimci mektebe karşı, mezhebi silah olarak kullanma derdine düşen büyük şeytan ve “süfyani sistemler”, İslam İnkılabının ve İmamın muhteşem basireti, fedakarlığı, samimiyeti ve çabası ile bütün cephelerde yenilgiye uğramışlardır. İslam İnkılabının çağrısı bütün mazlumlara ulaşmış, büyük şeytanın yanı başındaki farklı dine mensup mazlumlar İnkılaba meyletmiş ve İnkılabın gönülllü savaşçıları haline gelmişlerdir. Yine ümmetin yaşadığı coğrafyalarda İnkılabın samimi ve kuşatıcı çabaları meyvelerini vermiş, başta Filistin, Irak, Afganistan, Bosna olmak üzere tüm ümmet, mezhepçilerin gerçek yüzlerini farketmeye ve bu hastalığın neden olabileceği sorunları anlamaya başlamış, İnkılabın temsil ettiği mektebe yönelmenin zorunluluğunu kavramışlardır.
Evet…Saflar netleşmekte, hak cephesi tüm nifak oyunlarına rağmen İnkılabın , batıl cephesi de tüm uyarılara rağmen büyük şeytanın ve onun uşağı olan “süfyani sistemlerin” etrafında toplanmaktadır. Artık lüzumsuz kavgalara ve ayrılıkları gündeme getirmeye ne vaktimiz vardır ne de tahammülümüz. Safımızı netleştirmeli ve İmam’ın (r.a.) dediği gibi “bütün ateşli ve ateşsiz silahlarımızı zalimlere çevirmeliyiz”. Bunun dışında konuşanlar ve bizleri büyük şeytana ve “süfyani sistemlere” meylettirmeye çalışanlar dostumuz değil, dost kılığına bürünmüş düşmanlarımızdır. Adları, mezhepleri, makamları ne olursa olsun, ihlasları(!), imanları(!) ne kadar çok olursa olsun bunlara aldanmamamız gerekir. Zira şeytan da Adem’i (a.s.) onun dostu olduğuna inandırmıştı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başa dön tuşu