İmam Humeyni’nin (r.a) İlham Veren Liderliği
Müslüman dünyadaki iyi liderlerin kıtlığı düşünülünce, Haziran 1989′da ahirete irtihal eden İmam Humeyni, büyük liderliğe bir örnek teşkil ediyor.
İmam Humeyni, tarihin akışını derin biçimde değiştiren yüce bir şahsiyetti. Dünya çapında Müslümanlar onun bu dünyadan ayrılmasının 25. yıldönümünü (3 Haziran) anarken, onun küresel sahnedeki mirası hâlâ sağlam temeller üzerinde duruyor. Onun belki ki de, 20. yüzyılın dengi olmayan ve kimsenin rekabet edemeyeceği en başarılı devrimcisi olduğunu söylemek yerinde olur.
O, çok yönlü bir şahsiyetti: müçtehid, fakih, arif, devlet adamı, devrimci ve şairdi. Dışarıdaki dünya ve pek çok Müslüman onu İran’daki 1978-1979 İslam Devrimi’ni gerçekleştiren kişi olarak görür ve gerçekten de öyledir. Müslümanlar o zamana kadar yalnızca yenilgi ve aşağılanma yaşadıklarından bu olay, çağdaş İslam tarihinde kaydadeğer bir başarıdır. Nitekim Osmanlı Türklerinin 1878′de Balkanlarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na yenilmelerinden, Mart 1924′te Türkiye’de, her ne kadar zaten ismen var olsa da hilafetin Mustafa Kemal tarafından kaldırılmasına kadar, Müslümanlar her yerde gerilemekteydi.
Kemalizm’in Ümmet’e yönelik büyük saldırısının etkileri, Hindistan’daki İngiliz sömürgeci yönetiminin sona erdiği Ağustos 1947′de Pakistan’ın kurulmasıyla doğan umutlarla ancak sınırlı düzeyde hafifledi. Kısa süre sonra, yeni kurulan Pakistan devletinin yönetici elitlerinin dünya çapındaki insanlarda hayal kırıklığı yaratan türden politikalara girişmesiyle bu umutlar yıkıldı. Müslümanları yeni aşağılanmalar bekliyordu: Haziran 1967′de Arap ordularının Siyonistlere yenilmesi ve Aralık 1971′de 90 bin Pakistan askerinin o dönemin Doğu Pakistan’ında (Bangaldeş) işgalci Hindistan ordusuna teslim olması gibi. Bunlar gerçekten de, Müslümanların yeniden anlatmaktansa unutması gereken, çağdaş İslam tarihinin karanlık dönemleridir.
İslam Devrimi’nin başarısı, işte bu topyekün karanlık sahneye bir şimşek ışığı gibi indi. Bu noktada daha az anlaşılan şey, İmam Humeyni’nin başarı kazandığı çevredir. Bu, önceki on yıllarda Müslüman dünyada meydana gelen çok sayıda rejim değişikliğinden bir diğeri değildi. Zira bu rejim değişiklikleri, zaten yürürlükte olan aynı sömürücü halk düşmanı ve İslam düşmanı politikaları devam ettirmek için bir elit grubunun bir diğerinin yerini aldığı askeri darbelerden veya gürültülü saray değişikliklerinden başka bir şey değildi.
İmam Humeyni’nin mirasını değerlendirmek için, son 200 yılın tarihine, özellikle de Müslüman dünyasıyla ilgili kısmına kısaca göz atmamız gerekiyor. Bu bizim, İmam’ın karşı karşıya olduğu devasa meydan okumaları ve bunları nasıl aşıp İslam Devrimi’ni gerçekleştirdiğini anlamamızı sağlayacaktır. Pek çok Müslüman ülke, sömürgeciliğin bağırsaklarından son 60-70 yıl içinde çıktı. 20. yüzyılın ortası itibariyle isyan kıpırtıları hemen hemen her yerde açıkça görülüyordu; milliyetçi hareketler bağımsızlık istiyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupalı güçler arasındaki kan dökmelerin zayıflattığı sömürgeciler, ellerindeki sömürge mülklerinin fiziki kontrolünü bırakmaya başladılar.
Hollandalılar Doğu Hint Adaları’ndan çıkarıldılar; alt kıta, Hindistan ve Pakistan’ın kurulmasına yol açacak şekilde bölündü. Afrika ve Asya’daki ülkelerde – Malaya (sonradan Malezya adını aldı), Kenya, Tanzanya, Nijerya, Somali ve pek çok başka ülkede – aynısı yaşandı. Fakat sömürgeci girişim, en azından sömürgecilerin bakış açısından, tamamen başarısız değildi. Avrupalılar, çıkmaya zorlandıkları zaman bile arkalarında beyaz adamın “medenileştirici misyonunu” sürdüren yerel elitler bıraktı. 200 yıllık sömürgecilik döneminde sömürgeciler sosyo-politik ve ekonomik sistemleri değiştirdikleri gibi, eğitim sistemlerini de değiştirdi, yerel dillerin yerine sömürge dillerini geçirdi ve sömürgeleştirilmiş toplumların zevklerini, alışkanlıklarını ve kültürlerini değişime uğrattı. Yerli gibi görünen, fakat sömürgeci efendileri gibi davranan, kısacası mükemmel “Kahverengi İngilizler” olan insanlardan oluşan bir sınıf yarattılar. Bağımsızlık bir mit ve acı bir şakaydı.
Şah yönetimindeki İran da bundan farklı değildi. Ülke çok geniş petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla dolu olsa da, İran’ın ezici çoğunluğu yoksulluktan bitap düşmüştü. Yalnızca Şah’ın etrafındaki çok küçük bir asalak sınıf devasa bir refah elde etmişti. Şah’ın kendisi, kendine şehinşah (kralların kralı) gibi ünvanlar verip kendini Büüyük Keyhüsrev’in varisi olarak tanımlasa da, bütünüyle Batı’ya uşaklık ediyordu.
İmam Humeyni, işte bu zemin üzerinde sahneye çıktı. Hayatı incelendiğinde, onun siyasi aktivizminin İslam’ın derinden incelenmesine ve büyük siyasi kararlar ile bu kararların halkın yaşamı üzerindeki etkileri de dahil olmak üzere gündelik hayatın gerçeklikleri hakkında keskin bir farkındalığa dayandığı görülecektir. İmam, seleflerinden ve Müslüman dünyanın, özellikle de “Sünni” dünyanın öteki kısımlarındaki çağdaşlarından farklı olarak, üç büyük engeli aşmak zorundaydı. Bunlardan birincisi Şii siyasi düşüncesine içkindi; ikincisinin baskıcı rejim ve onun devlet aygıtıyla ilgisi vardı; üçüncüsü ise halen var olan, zayıf devletlerin politikalarına hakim olan ve bu politikaları manipüle eden Batı’nın yönlendirmesi altındaki dünya düzeniydi.
Tarihin, özellikle de altında yüzyılların teolojisinin yattığı tarihin ataletinin üstesinden gelmek, gerçekten de dev büyüklükte bir görevdi. İmam, bunu hikmet ve cesaretle başardı. Baskı ve sömürünün sona ermesi için onları kendilerini ilgilendiren meselelere müdahil kılmak yoluyla, İran’ın erkek ve kadın gençliğini seferber etti. Devrim sırasında Şah’ın ağır silahlı ordusuyla karşı karşıya gelen ve onu yenilgiye uğratan gençlikti ve halen de Batı’nın yıkıcı politikalarına karşı bir siper gibi duran gençliktir. İmam, Batı’nın siyasi ve ekonomik sistemlerini Batı’da eğitim görmeden, orada eğitim görmüş Müslümanların çoğuna nazaran çok daha iyi anlamıştı. İslam devletini kurma mücadelesinde karşı karşıya olduğu dev zorlukları aşabilmesini sağlayan şey, Allah’a (c.c.) duyduğu mutlak güvendi.
https://irangercekleri.com/iran-uydu-teknolojileri-uretiminde-5-sirada/