KaynaklarMakaleler

Kabir Arkadaşı

Şehit Ayetullah Destgayb Sohbetinden:

Allame Hilli, kendi el yazısıyla şöyle yazmıştır:





Bir ikindi vakti, Hille Kabristanı’na ziyarete gittim. Bir mezara gözüm ilişti. Üzerindeki yazılar dikkatimi çekmişti. Anlaşılan, merhum, Hille ahalisinden değildi. Çünkü mezar taşındaki isim bana pek tanıdık gelmemişti. Taşın alt kısmında ise “ilim ehli” diye bir not düşülmüştü. İsminden Arap olmadığını anladım. Ama sadece “ilim ehli” diye not düşülmesi dikkatimi çekmişti. Bu merhumun kim olduğu beni oldukça meraklandırdı. “Keşke tanımış olsaydım” diye hayıflandım.

Ellerimi yukarı kaldırıp dua ettim:

-Allah’ım, bu gurbet ilde ölümle tanışmış şu kabir sahibini bana tanıt, diye yalvardım.

Sonra Fatiha okuyup oradan ayrıldım. Eve varınca tekrar dua etmeye başladım. Tevessül duası okuyup Allah’tan o merhumu bana tanıtmasını istedim. Derken uykuya dalmışım.

Rüyam âleminde oldukça genç ve yakışıklı bir seyit yanıma gelip bana selam etti.

-Aleyküm selam, siz kimsiniz, diye sordum.
-Bugün ziyaret ettiğiniz kabrin sahibiyim, dedi. Orada benim için fatiha okudunuz. Dualar edip Allah’tan beni görmeyi dilediniz. Tanımak istediğiniz o kişi benim. Gönderdiğiniz fatiha için de teşekkür ederim.
-Nerelisiniz?
-İranlıyım. Buraya islami ilimler okumak için geldim. (O dönemler Hille, bugünkü Necef Havzası gibi şöhret sahibi ilim merkezlerinden biriydi. Seyyid b. Tavus, Muhakkik-i Hilli ve daha birçok büyük âlim burada yetişmişlerdi.) Falan medresede bana bir oda vermişlerdi. Orada yaşıyordum. Bir süre sonra hastalandım. Zamanla da odamdan dışarı çıkamaz oldum. Yatalak olmuştum. Birkaç gün sonra da tüm gücümü kaybettim. Artık olayları idrak edemiyordum. Ama ağrılarım dayanılmazdı. Adeta işkence gibi geliyordu.

Ansızın nur yüzlü, hoş kokulu bir genç selam verip içeri girdi.
Onu görünce biraz rahatladım. Teselli gibi gelmişti.

-Nasılsın seyit ağa, diye sordu.
-Gördüğün gibi işte, çok hastayım, her yerim ağrıyor, dedim.
-Tabip çağırayım ister misin, dedi.
-Bundan daha güzel bir ihsan olabilir mi, dedim.
-Emredersiniz, deyip ışıdı.

Ansızın yanında biri daha belirdi. O da güzel yüzlü, hoş kokulu ve oldukça şefkatli biriydi. Yanıma yaklaşıp selam verdi. Sonra da:

-Neren ağrıyor, diye sordu.
-Ayak uçlarımdan beynime kadar her yerim ağrıyor, dedim.
-Merak etme, iyi olacaksın, dedi.

Sonra da ellerini ayak uçlarıma dokundurup biraz yukarı çekti. Ardından yüzünü bana dönüp:

-Nasıl oldu, diye sordu.
-İyi geldi, dedim.
Biraz daha yukarı çekip tekrar sordu.
-İyi geldi, dedim.
Biraz daha yukarı çekip tekrar sordu. Yine “İyi geldi” dedim. Bu tekrar boğazıma kadar devam etti. Bedenim tamamen iyileşmişti ve artık hiçbir ağrı hissetmiyordum. Kendimi gayet zinde hissetmeye başlamıştım. En son saçlarıma kadar elini çektiğinde bir de baktım ki bedenim yerde ve ben yukarıdayım…

Elini dokundurup geçtiği yerler bir bir iyileşiyor, bedenim adeta gençleşiyordu. Derken eliyle saçlarımı da meshettikten sonra kendimi inanılmaz derecede dinç hissettim. Ağrılarım kaybolmuş, kuş gibi hafiflemiştim. Bir de baktım ki bedenim yerde ve ben yukarıdayım… Şaşırdım. Tam da dönüp onlara soracakken ansızın odamın kapısı açıldı. Talebe arkadaşlardan biri içeri girip bedenimin yanı başına koştu. “Eyvahlar olsun, ölmüş!” diye yakınıp dışarı çıktı. “Arkadaşlar, çabuk gelin, zavallı seyit ölmüş. Kaç gündür hasta yatıyordu. Sonunda kurtuldu!” dedi.

O vakit öldüğümü anladım…

Bir süre sonra herkes odama doluşmuştu. Bedenimi kollarına alıp beni gasilhaneye götürdüler. Yıkayıp kefenlediler. Öldüğümü anlayınca üzülmüştüm. Korkuyordum. Çünkü başıma neler geleceğini bilmiyordum. Derken beni mezara koydular. O an adeta bedenime tekrar geri dönmüştüm. Korkum daha da artmıştı. Ansızın daha önce “Tabip ister misin?” diye soran kişi yanıma geldi. Gayet sevimli ve rahatlatıcı bir siması vardı. Beni görüyor ve konuşuyor olması içimi rahatlatmıştı. Onu görür görmez:

-Seni gördüğüme sevindim; neden sen de benimle mezara giriyorsun, diye sordum.

Soruyla cevap verdi:
-Hâlâ kim olduğumu anlamadın mı?

Şaşkınlık içerisinde tekrar sordum:
-Hayır, ama ne olur söyle, kimsin sen?

O kadar rahat ve sevimliydi ki ona bakmak bile bana huzur veriyordu. Gülümseyerek cevap verdi:

-Ben senin amellerinim!.. Salih amellerin… Güzel amellerin… Güzel ahlakın… Seni iyileştirmesi için getirdiğim tabip de ölüm meleğiydi.

Nitekim rivayetlerde de vardır: “Ölüm meleği, müminler için anneden bile daha şefkatlidir.” denir.

O, ölüm meleğiydi. Canını o şekilde alarak seni iyileştirdi ve gitti. Ama endişe etme. Ben senden asla ayrılmayacağım, daima yanında olacağım!..

Allame Hilli tam da burada rüyasından uyanır. Gördüklerini hemen kaleme alarak bizlere aktarır. “Bu rüya sadık rüyalardandır, çünkü içinde inancımızla çelişen hiçbir şey yoktur.

Ey insan! Ey insanlar! Uyanın!
Yeryüzünde hiçbir şeyin melekutu yok olmaz. İyi veya kötü neticeleri olur.

Siz öyle sanıyorsunuz ki şimdi, burada, beni dinledikten sonra bu sohbet de bitecek ve her şey unutulup gidecek mi?

Hayır!.. Hayır!.. Canım kardeşim, hayır!..

Yarın şu yarım saatlik sohbet size şahitlik edecek. O yüzden İslam uleması bizlere hep tavsiye etmişlerdir: İbadetlerinizi farklı yerlerde yapın ki şahitleriniz de çok olsun. Mekanlar sizin için şahitlik etsin.

Her şey bitti-gitti mi yani?
Hayır, canım kardeşim, hayır!
Yaşadığımız her şeyin bir melekutu vardır ve yarın şahit olarak karşımıza çıkacaktır!

https://irangercekleri.com/evde-iste-disarida-ve-sosyal-medyada-kadin-olmak3/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başa dön tuşu