Amerika’nın Biyoterörizmi -1
Biyoterörizm, kitlesel katliam ve beşeri toplumları terörize etmenin kısmen yeni yöntemlerinden biri sayılıyor.
Biyoterör saldırısı insanlarda ve hatta hayvanlarda ve bitkilerde hastalıklara veya ölümlere yol açmak üzere virüsler veya tehlikeli bakterilerin kasıtlı olarak yaymasıyla gerçekleştirilir. Bu tür etkenler esasen doğada da var olabilir, fakat hastalığa yol açma kabiliyetlerini arttırmak için genetiklerinde bazı değişiklikler yapılabilir. Buna göre bir toplumun vatandaşlarının bireysel sağlığını ve genel sağlığı doğrudan veya dolaylı olarak kısa veya uzun vadede o toplumun cismi, gıda ve çevre sağlını tehdit etmek yoluyla hedef alan her türlü planlı uygulama bir nevi biyoterörizm telakki edilir. Uzmanlar domuz gribi, kuş gribi, sars, mers, şarbon ve ebola gibi hastalıkları biyo terörizm çerçevesinde değerlendiriyor.
Amerika devlet çeşitli dönemlerde biyoterörizme başvuran ve hakkında detaylı inceleme yapılan ve bazıları gün yüzüne çıkarak ifşa edilen bir devlettir. Amerikan ordusu 1943 yılında ünlü Fort Detrick merkezinde biyolojik ve virüs temelli ilk bombalarının yapımı üzerine araştırmalara başladı. Amerikan ordusu 1952 yılında CIA ile iş birliği yaparak, ürettiği biyolojik silahlarını bir dizi gizli deneylerle insanların üzerinde denemeye başladı. Bu çerçevede çeşitli ülkelerde insanlar ABD ordusunun virüsleri ve bakterilerinin sessiz saldırısına uğradı.
1970’li yıllarda Amerika devleti biyolojik silahların yapımında bileşik virüsleri kullanmaya yöneldi, ki HIV virüsü bu dönemin sonuçlarından biriydi. California eyaleti üniversitesi hocası Anthony Sutton “Amerika’nın gizli tesisleri; kafatasları ve kemiklerin düzenine bakış” adlı itabında, AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü ABD ordusunun laboratuvarlarında ve kongrenin bütçe desteği ile üretildiğini ve amacı küresel sulta düzeninin dünya nüfusunu azaltmak ve kontrol altına almaktan ibaret olduğunu ifşa etti.
1970’li yıllarda ABD ordusu Afrika kıtasında çeşitli hastalıkları yaymaya başladı ve yayılma biçimini ve hızını rasat ederek böylece sonuçlardan bu hastalıklara sebep olan virüsleri biyolojik bomba üretmekte ve Sovyetler Birliği tarafından gelecek muhtemel saldırıda kullanmakta yararlandı.
Kolera, tifüs, çocuk felci ve taun, Amerikan ordusunun Afrika halkı üzerinde araştırdığı hastalıklardı. O yıllarda Güney Afrika, Amerika’nın Afrika kıtasında işlediği cinayetlerin koordinasyon merkezi ve Fort Ditrick merkezinin bir şubesine dönüşmüştü.
Gerçi Amerika 1972 yılında biyolojik silahların geliştirilmesini yasaklayan konvansiyonu imzaladı, ancak Amerikalı iki yüzlü politikacılar sahtekarlık yaparak bu konvansiyonu uygulamadı.
Dallas’ın Teksas üniversitesi öğretim üyesi Paul Kim bu konuda şöyle diyor: Yeni virüslerin üzerinde araştırma yapıldığını ispat eden birçok kanıt bulunuyor. Örneğin Amerika’nın Visconsin üniversitesinde bir araştırma grubu grip virüsü üzerinde bazı değişiklikler yaparak kabiliyetlerini geliştirdi, öyle ki yeni virüs önceki versiyonlarına göre çok daha tehlikeli oldu. Genetiği değiştirilen yeni virüs için hiç bir aşı bulunmuyor ve Amerikalı politikacıların talimatı üzerine dünyanın her yerinde yayılarak birçok ölüme sebep olabilir. Eğer bir aşı varsa da sıradan insanlar için değildir ve kesinlikle özel bir kesime tahsis edilecektir.
Amerika’nın biyoterörünün bir başka örneğini Meksika körfezinde görmek mümkün. İnsan hakları aktivistlerinden Ian Crane 2010 yılında Amerika sesi radyosuna verdiği mülakatta, Meksika körfezinde uygulanan kalkınma projelerinin esas amacı bu bölgede yaşayan insanları yok etmek olduğunu belirtti. Crane, bu planı yapanlar insan hakları aktivistlerinin konuya medyaya taşımalarını önlemek için yüklü paralar harcadığını vurguladı.
Bölgenin emekli askeri Edward Micheal ise Şubat 2011’de “Meksika körfezinde mavi taun, resmi devlet biyoterörüdür” adında bir makale yayımladı. Yazar makalede, bir nevi grip olan Meksika körfezinde mavi taun hakkında şöyle yazıyor: Bu güdümlü bir şekilde tasarlanan biyolojik savaştır ve genetiği değiştirilen virüsle ve hava ve su aracılığı ile yayılarak küresel bir savaşa yol açabilir.
Uzmanların Amerika devletinin biyo terörü çerçevesinde araştırdıkları virüslerden biri, ebola virüsüdür. Ancak bu virüsü Amerika’nın biyo terörü çerçevesinde ele almadan önce bazı özelliklerinden söz etmek gerekir.
Ebola virüsü ölümcül bir hastalığa yol açıyor. Ebola hayvan kaynaklıdır ve insanlara, virüse bulaşan hayvanların kanı, leşi ve leşten sızan sıvı maddelerle temas yoluyla bulaşır.
Ebola virüsü ilk kez 1976 yılında Belçika’da tespit edildi. Bu virüs Aralık 2013’te 26. Kez Gine Bisao ülkesinde salgın haline geldi ve hızla Afrika’nın batısında çevre ülkelere sıçradı. Ebola uzun süre Gine, Sieraleon ve Liberya’da yayılmaya devam etti. Ölümcül virüs Nijerya ve Senegal’de kontrol altına alınırken, Mali’de de ortaya çıktı. Tahminlere göre o dönemde ebola virüsü üç Afrika ülkesinde en az 25 bin kişiye bulaştı ve bu insanlardan 11 bini 18 ay içinde hayatını kaybetti.
1976 yılı ile ebola ilk kez tespit edildiği 2012 yılına kadar geçen sürede 2387 kişi bu virüsten etkilendi ve 1590 kişi hayatını kaybetti. Kaybedenlerin hepsi Afrika’nın merkezi ve doğusunda yaşayan insanlardı, ancak 2013, 2014 ve 2015 yıllarında Afrika’nın batısında tekrar ortaya çıkan ebola virüsünden etkilenme ve ölüm oranı önceki dönemlere nazaran onlarca kat fazla oldu.
Amerika’nın epidemik hastalıkları kontrol etme ve önleme merkezi ve Dünya Sağlık Örgütü DSÖ ebola virüsünden etkilenenlerin sayısı artan bir şekilde yükseleceğini tahmin ettiler. Amerikalı merkez, toplumun davranışlarında değişiklik olmadan veya daha fazla müdahalede bulunmadan Liberya ve Sieraleon’da Ocak 2015’e kadar 1.4 milyon kişi ebola hastalığına yakalanacağını tahmin etmişti. Buna karşın hastalığın büyüme hızı bu seviyeye kadar yükselemedi, zira zamanla hastalığa karşı mücadele artmaya başladı. Örneğin Liberya’da ölüleri toplama ve hızlı bir şekilde toprağa verme yöntemleri geliştirildi.
Dünya Sağlık Örgütü DSÖ Ağustos 2014’te ebola salgınını kontrol altına almak için Ocak 2015’e kadar yaklaşık 500 milyon dolar bütçeye ihtiyaç duyulduğunu açıkladı. Eylül 2014’te uluslararası tepkiler ivme kazanmaya başladı. BM ebola hastalığına acil tepki için temsilci heyet kurdu ve böylece BM’ye bağlı tüm ilgili kurumların imkanları ebola salgınından kaynaklanan sorunların çözümü için seferber edildi.
Afrika’nın batısında ebola ile mücadelede Amerika bu virüsle mücadelede mali destek verenlerin öncüsü gibi göründü. 25 Ekim 2014’ten itibaren Afrika’da sağlık, askeri ve mali faaliyetlerle ilgili 900 Amerikalı bu kıtaya geldi. Ekim 2014’te ABD dönem Başkanı Barack Obama ebola virüsle mücadelede istişare ve koordinasyon için birini atadı.
Ebola virüsü ile mücadele iyice kızıştığı bir sırada Dünya Sağlık Örgütü’nün bazı uzmanları Amerika ve uluslararası camianın ebola virüsü ile mücadelede yavaş hareket etmelerini ve yardımlarının yetersizliğini sık sık eleştirmeye başladı. Söz konusu uzmanlar yürütülen çalışmaların kısıtlı etkisine işaret ederek, Dünya Sağlık Örgütü’nün yönetim yapısı ve uluslararası camianın sorumluluğu ile ilgili bazı konuları gündeme getirerek yoksul ülkelerde epidemik hastalıkların kontrol altına alınması için hazırlık ve tepki seviyesinin yükseltilmesini gündeme getirdi. DSÖ uzmanları en çok Afrika’nın batısında ebola gibi hastalıkların salgın hale gelmesine acil tepki verebilecek uzman sağlık kadrolarının yokluğunu eleştiriyordu.
BM ebola virüsle mücadele ekibi Başkanı İsmail Şeyh Ahmet, BM bu krizle yüzleşmede bazı hatalara düştüğünü belirtti. Şeyh Ahmet bu konuda şöyle dedi:
Ebola salgını başında muhtemelen bu virüsün yıkıcı gücü hakkında yeterli bilgi bulunmaması yüzünden konuya yukarıdan bakış ve bir nevi kibirli bakış hakimdi, ancak şimdi bir kaç ay geçtikten sonra gerekli dersleri aldığımızı sanıyorum.
Sınır tanımayan doktorlar örgütü ebola salgını hakkında 2015 yılında yayımladığı raporunda şöyle diyor:
Ebola salgını ile mücadelede uluslararası düzeyde yapılması gerekenlerin zamanında yapılmaması, vahim sonuçlara yol açtı.
Örgüt, yerel yönetimler ve DSÖ örgütün yardım taleplerini umursamadıklarını belirtiyor.
Ebola virüsünün ilk kurbanı Aralık 2013’te Gine’nin uzak bir yöresinde hayatını kaybeden bir çocuktu. Üç ay sonra ve Mart 2014’te DSÖ resmen ebola virüs salgınını ilan etti ve ardından Ağustos 2014’de dünya genelinde acil durum ilan edildi. O tarihe kadar 1000 kişi ebola yüzünden hayatını kaybetmişti ve bu rakam Ekim 2014’e kadar 5 bini aştı. DSÖ ebola virüsü etkisini 2015 yılında kaybetmeye başladığını açıkladı. Gerçi DSÖ Mayıs 2015’de Liberya’da ebola salgını sona erdiğini açıkladı, ancak Gine’de bu virüs geçici bir süre geriledikten sonra 2015’in başlarından itibaren yeniden görülmeye başladı.
Aslında ister geçmişte ve ister şimdi ortaya çıkan bazı belgeler ebola normal bir hastalığın çok ötesinde bir hastalık olduğunu ve ardından başka hedefler amaçlandığını gösteriyor.
Genel sağlık, davranış bilimleri, yeni hastalıklar ve biyo terör alanında ünlü bir uzman olan Dr. Leonard Horowitz “Hassas bölge” adlı ünlü kitabında şöyle diyor: Ebola virüsünü Amerika sözde kendisinin ve İsrail rejiminin ve Afrika kıtasında Güney Afrika gibi eski müttefiklerinin milli güvenliğini korumak için üretti.
Kuşkusuz Amerikalı devlet adamları başka milletlere karşı ölümcül virüsleri kullanmaktan asla çekinmeyecektir. Küresel zorba devlet dünya nüfusunu kontrol altına almak ve böylece iktisadi, siyasi ve askeri çıkarlarını temin etmek için her türlü cinayeti mübah biliyor. Bu çerçevede Amerika devleti çeşitli savaşların ateşini yakmanın yanında biyo terörizmi de önemli bir araç olarak gündeminde tutuyor ve yeni küresel düzeni sağlamak üzere epidemik hastalıkları yaymaktan çekinmiyor. Bu bağlamda uluslararası bağımsız kurumlar bu tür epidemik hastalıklarla mücadele yönünde takviye edilmesi gerekiyor. Ancak bu kurumların Amerika gibi bu tür hastalıkları yayan ülkelere mali açıdan bağımlı olmaları gerekli mücadeleyi vermelerini olumsuz etkilediği anlaşılıyor.