Velayet-i Fakih Sistemine Yöneltilen Sorular ve Cevapları (3)
Bazı büyük âlimler inanmadıkları halde nasıl olurda Velayet-i Fakihi İmamların (a.s) velayetinin bir uzantısı olarak kabul edebiliriz? Velayet-i fakih konusunda her zaman tartışma konusu olan Ayetullah Tebrizi’nin görüşü nedir?
Bazı büyük Şia âlimleri velayeti fakihin aslı konusunda ittifakın olduğunu veya Şia fakihlerinin çoğunluğunun kabul ettiklerini açıkça belirtmişlerdir.
Merhum Neraki (1245 h) şöyle yazar: “Velayeti fakih Şiaların tamamı arsında kabul edilir ve fakihlerin hiçbirisi buna eleştiri getirmemiştir”[1]
Hicri altıncı asır fakihlerinden İbni İdris şöyle yazar: “İmamlar sorumluluklarının tamamını Şia fakihlerine bırakmışlardır.”[2]
Sahibi Cevahir (vefat 1266 h) şöyle der: “Velayeti fakih konusunda vesveseye düşen kimse, fıkhın tadını tatmamış ve Masumların (a.s) sözlerinin mana ve sırrını anlamamıştır.”[3]
İmam Humeyni’de (r.a) bu konuda şöyle buyururlar: “Bizim getirdiğimiz velayeti fakih yeni bir şey değildir aksine, bu mesele önceden beri bahis konusu olagelmiştir. Mirza Şirazi’nin tütünün haram etmesi, hükümet hükmü gibiydi… alimlerin tamamı bu fetvaya tabi oldular… Merhum Kaşifu’l Ğıta, bu konuların birçoğunu ifade etmiştir… Merhum Neraki, Allah Resulü (s.a.a)’nün sahip olduğu makamın tamamını fakihler için sabit olduğuna inanıyordu. Naini’de şöyle buyurmuştur: Bu konu Ömer b. Hanzala’nın makbulesinden istifade edilir… bu mesele yeni bir şey değildir…”[4]
Dolayısıyla ihtilafların tamamı velayeti fakihin sorumluluk sınırları ve bun ispat edilmesi konusundadır.
İmam Hamanei bu konuda şöyle buyurmuştur: “Velayeti fakih, rehberlik ve tüm boyutlarıyla toplumu idare etmek hak mezhep olan İsna Aşere’nin her zaman ve her asırdaki rükünlerindendir ve bu meselenin kökeni imamete dayanır. O halde delil üzerine bunun aksine inanan kimse mazurdur (özrü kabul edilir) ama mazur olmasının yanında tefrika ve ayrılık çıkarması caiz değildir.”[5]
Soru : Velayeti fakih konusunda Ayetullah Tebrizi’nin görüşünü açıklar mısınız?
Cevap: Ayetullah Tebrizi hisbe (velayeti hisbe: velayeti mutlaka’nın karşında yer alan görüş) yolunun daha geniş anlamıyla velayeti fakihi kabul eder. Aytullah Tebrizi “Sıratu’n Necat” kitabında bu tür işleri ikiye ayırmıştır:
1. Dar anlamıyla “Velayet-i fakihi “umur-u hisbe” (kimsesizlerin, dul kadınların, öksüz ve yetimlerin ve kendiişlerini idare edemeyen kimselerin sorumluluğunu üstlenmek).[6]
2. Geniş anlamıyla “Velayet-i fakihi “umur-u hisbe” (kimsesizlerin, dul kadınların, öksüz ve yetimlerin ve kendiişlerini idare edemeyen kimselerin sorumluluğunu üstlenmek).[7]
“Hisbe” lügatte ecir ve sevap anlamındadır ve fıkıh ıstılahında şahsın veya bir kuruluşun bakmakla görevli olmadığı işler manasına gelir. Diğer taraftan kimsesiz çocukların bakımı ve onların mallarının korunması, kimsesi olmayan Müslüman’ın defnedilmesi, kayıp şahısların mallarının korunması ve… gibi işlerin ihmal edilerek yerde kalmasına Allah’ın razı olmadığını biliyoruz.
Fıkhi açıdan bu tür işlerin sorumlusu adil fakih veya en azından bu işleri idare etme sorumlusu adil fakihe aittir. Eğer adil fakih yoksa veya ulaşılamıyorsa, adil Müslümanlar bu sorumluluğu üstlenirler. Adil Müslüman’ın olmaması durumunda ise diğer Müslümanlar sorumludurlar. Dolayısıyla adil fakihin olması durumunda diğer Müslümanlar “hisbe” işlerinde sorumlulukları yoktur.
Şu halde İslam toplumunun siyasi, iktisadi, kültürel – kesinlikle halkın dünyevi ve uhrevi yazgısını belirler- işleri acaba “hisbe” işlerden mi sayılır yoksa Kanun Koyucu eğitim düzeninin ıslah edilmesini, kanun konulmasını, kültürel işleri, toplumsal adaleti ve… gibi işleri öylesine bırakmış ve bu işlerin uygulanmasını istememiş midir?
Kesinlikle bu işler son derece önemlidir ve bunların sorumluluğunu üstlenecek biri olmazsa toplum içinde hercümerç ve sapmalar ortaya çıkacaktır. O halde kimsesiz çocukların, delilerin ve kaybolmuş kimselerin mallarının korunması, Allah’ın terk edilmesini sevmediği ve razı olmadığı işler olur ve bunların idaresini, adil fakihin üstlenmesini farz kılar da kamu mallarının, Müslümanların mal ve can güvenliklerinin ve ülke sınırlarının korunmasını ve – toplumda dini hükümlerin gölgesinde icra edilmesi gereken- adil hükümetin oluşturulmasını nasıl olur da Allah dikkate almaz? Acaba Allah-u Teâlâ, yetimlerin mallarına önem veriyor ama Müslümanların mallarını korumaya önem vermiyor diyebilir miyiz?
Dinin, ferdi ve kısmi işlerin üstlenilmesini adil fakihe bıraktığını ama genelin haklarını ve İslam toplumunun idare edilmesini dikkate almadığını kesinlikle söyleyemeyiz.
Acaba kâfirlerin Müslümanlara her türlü tasallutunu yasaklayan İslam: “Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir”[8]bağımsız bir hükümetin oluşturulup iç ve dış düşmanların tehlikesinden muhafaza edilmesi konusunda tarafsız mı kalmıştır?
Dolayısıyla hükümetin oluşturulması “hisbiye” ile alakalı işlerin en belirgin somut örneği ve fazların en önemlisidir ve böyle bir hükümetin ön hazırlıklarının oluşturulması da farz olacaktır. Bu konunun delilini iki mukaddimeyle özetleyebiliriz:
Bir. Allah-u Teâlâ İslam hükümetine bağlı maslahat ve hükümlerin ortadan kaybolmasına razı değildir.
İki. Bu önemli işin yerine getirilmesi adil fakihin sorumluluğundadır zira şer’i delillerden dini hükümeti idare etmenin şartının “fekahet (fakih olma)” olduğunu ve kabul edilen ortak paydaya göre bu işi fakihin üstlenip yerine getirebileceğini anlıyoruz. Çünkü asıl itibariyle Allah tarafından izinli olmaksızın kimsenin başkalarına emir ve nehyetme hakkı yoktur. Dolayısıyla “hisbe” işleriyle alakalı sorumluluğun, dini hükümet oluşturmakla ve veliyi fakihle çok yakından ilişkisi olduğu son derece açıktır.[9]
Ayetullah Tebrizi bu konuda şöyle buyurur: “Mukaddes Kanun Koyucu, Müslümanların işlerinin sorumluluğunu fasıkların üstlenmesine razı değildir. – imkân dâhilinde – zalimlerin ellerini kesmek Müslümanların üzerine farzdır ve güvenliğin oluşturulması ve korunması maslahatların en önemlisidir. Eğer salih bir fakih başka bir fakih tarafından Müslümanların işlerinin yürütülmesini üzerine almışsa, başkalarının bunu zayıflatmaya hakları yoktur ve toplum düzenin işlerini yürütmekle görevli fakihe itaat edilmesinin farz oluşu hiçte uzak bir ihtimal değildir. Söz konusu bu fakihin sorumluluk alanı İslam’ı ve Müslümanları korumanın dışına çıkmaz.”[10]
Dipnotlar_____________________________________________________________________________________________
[1]Neraki, Ahmet, “Avaidü’l Eyyam”, s. 186.
[2]İbni İdris, “Serair”, c. 2, s. 25.
[3]“Cevahiru’l Kelam”, c. 2, s. 398.
[4]İmam Humeyni (r.a), “Velayeti Fakih”, s. 112-113.
[5]“Ecvibetü’l İstiftaat”, el cüzü’l evvel, s. 18, Daru’l Vesile, 1416 h.
[6]“Sıratu’n Necat”, s. 10 ve 12.
[7]“Sıratu’n Necat”, s. 10 ve 12.
[8]Nisa Suresi, 141.
[9]Hüseyni Hairi, Seyit Kazım, “Velayetu’l Emr fi asri’l Gaybe”, s. 96.
[10]Tebrizi, Ayetullah Şeyh Cevat , “İsalü’t Talip ile’t Talig alel Mekasip”, Kum, 1411, c. 3, s. 36-40