İslami VahdetMezheplerSünni Mezhebi

Sünni âlimden ‘vahdet hutbesi’: Mezhebi kimliğini öne çıkaran yalancıdır

Sünni âlimden ‘vahdet hutbesi’: Her kim Selefi veya Sufi, Sünni veya Şii kimliğini ön plana çıkarıyorsa, bilin ki o, İslam ümmetini bölmek isteyen yalancıdır
Lübnan’ın kuzeyinde faaliyet gösteren Sünni gruplardan olan “Tevhid Hareketi”nin merhum lideri Şeyh Said Şaban’ın 12 Temmuz 1989 tarihli Kurban bayramı hutbesini paylaşıyoruz.
İşte Şeyh Said Şaban’ın 12 Temmuz 1989 tarihli Kurban bayramı hutbesi:
Allah Teâla İslam’ı size din olarak seçti ve onda bir takım sünnetler kıldı. Onlardan biri de bayram namazlarıdır. Bizler böyle mübarek bir sabah vaktinde Allah’ın adını zikreder; sizlere hidayeti bahşetmesinden dolayı onun adını yüceltir ve şükredersiniz.
Kardeşlerim
Rahman’ın misafirleri olan hacılar geçtiğimiz günlerde Arafat vakfelerini gerçekleştirdikten sonra Mina’da şeytanı taşladılar. Hz. İbrahim’in Allah’a itaatinin en büyük göstergesi olan kurban olayını hatırlayarak Mina’da Allah Teâla’nın rızasını kazanmak arzusuyla kurbanlar kesiyorlar. Nitekim Allah Teâla, Halil-i İbrahim(a.s.)’a samimiyetini denemek amacıyla biricik oğlu İsmail’i kurban etmesini emretmişti ve İbrahim hiçbir tereddüt göstermeksizin oğlunu kurban etmeye karar vermişti. Bunun üzerine Allah Teâla İsmail’e karşılık peygamberi İbrahim’e kurban hediye etti. Kurbanın, bu dinin en önemli esası olduğunu, ibadet ve itaatin insanın en önemli görevleri arasında olduğunu unutmamak gerekir. Allah Teâla: “Ben insanları ve cinleri ancak bana itaat etsinler diye yarattım.” buyuruyor. Bu sebeple Allah adına yerine getirilmesi gereken bir hususta cimrilik yapan kimseler, kâmil manada mümin sayılmazlar. Ayrıca Allah rızasını elde etmek için babaları, çocukları veya kendi nefisleri veya kendi aileleri hususunda cimrilik yapanlar, kâmil bir imana erişmiş olmazlar. Bu sebeple eğer Allah’a karşı bir adanışta bulunamıyorsak, öncelikli olarak heva ve heveslerimizi, asabiyetimizi, kavmiyetimizi ve bizi dünyaya bağlayan her türlü dünyalığı feda edebileceğimiz en büyük adanışlarımızı gündeme getirmemiz gerekiyor. Çünkü ey insan! Allah senden, onunla arasına girecek her türlü engelden arınmış bir şekilde, ihlaslı bir halde huzuruna gelmeni istiyor.
Kardeşlerim!
Bu mübarek Kurban bayramı günlerinde, İslam toplumunu paramparça eden tefrikanın kurban edilmesi gerekiyor. Bu birlik ve beraberliğin temin edilmesi için bayram namazlarının mescidin dışında kılınmasını, İslam önemli bir adet(sünnet) olarak kabul etmiştir. Çünkü bayram namazları tüm kadınların ve çocukların müşahede etmesi gereken önemli bir ibadettir. Bayram namazı Arafat vakfesi gibidir. Aynı duygu ve inancı paylaşan insanları bir araya toplar ki Allah’ın onları vahdette bir araya getirdiğini hatırlasınlar diye. Aynı şekilde hacılar da Allah’ın onlara bahşettiği vahdetlerini hatırlamaları için, tek bir yerde toplanırlar ve tek bir ağızdan, tek bir İlah’a (Allah’a) dua ederler. Allah bu sebeple onları tek bir mekân olan Arafat’ta topladı. İslam, Müslümanları vahdete eriştirmek istiyor ama Müslümanlar ayrılık istiyor. Allah hiç kimseye zulmetmez. Kullarının, İslam’dan ayrılarak tefrikaya düştüklerini ve kavmiyetçilik yaptıklarını görünce Allah da onları bu halde takdir etti. Bazı mescitler vardır belki yüz kişi sığmaz; ama bu gün İslami ve toplumsal vahdete omuz vermiştir. Bugün maalesef Müslümanlar tefrikayı alışkanlık haline getrdiler. Çünkü Siyonist inkârcılar ve milliyetçi akımlar onların arasını açtı. Onlara düşen, böyle bir günde, vahdetlerini temin etmek uğrunda içlerindeki bütün asabiyet duygularını, Siyonizm fitnecileri ve kendilerini ayrılığa sevk eden bütün kötü hisleri kurban etmektir.
Kardeşlerim!
Fedakârlık, Müslüman bireylerin en önemli niteliği olmalıdır. Allah’ın emrine uymanın bir göstergesi olarak evlerimizde bulunan en önemli değer fedakârlık olmalıdır. Örneğin anne, çocuklarının menfaatlerini gerçekleştirmek için kendi menfaatlerini feda etmelidir. Aynı şekilde anne-baba ve çocuklar, ümmetin menfaatlerini gerçekleştirmek için ailelerinin menfaatlerini feda etmelidirler. Bundan dolayı Müslümanlar, Hz. Peygamberin, -Müslümanları tarif ederken kullandığı- “tek bir vücut” mefhumunu oluşturmak ve onu korumak amacıyla var güçleriyle çalışmalıdırlar. Böyle olursa ancak İslam ümmetinin ve İslam dininin selameti mümkün olur. Böylece Allah Teâla da fedakârlığını ve her şeyi kuşattığını görmüş olur.
Mü’min Kardeşlerim!
Bazı kimseler, Hz. Peygamberin: “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” hadisini bir pankart gibi taşıyarak Müslümanlar arasındaki tefrikayı doğal göstermeye çalışıyorlar. Doğrusu bazı ihtilaflar vardır, rahmettir; ama kimi ihtilaflar vardır: Azabdır. Rahmet olan ihtilaf, Müslümanların, toplumun bütünün menfaatini temin etmek için en uygun seçeneği ararken ki ihtilaflarıdır(çeşitlilik ihtilafı); çünkü insanlar farklı düşüncelere sahiptir. Bu sebeple en uygun olan görüş ve tutumu bulmak ve düşmana karşı koymak üzere bazı fikirleri elemek durumundadırlar. Bizleri bir tek tavır etrafında toplayan ve rahmet olan ihtilaf çeşidi işte budur. Azab olan ihtilaf ise, bugün İslam âleminde müşahede ettiklerimizdir. Müslümanların tefrika halinde olduklarını ve birbirilerini tekfir ettiklerini, birinin diğerini fasık ilan ettiğini görüyoruz. Onları Allah rızası için aynı çatı altında bir araya getirmek oldukça zor. Çünkü heva ve heveslerine uymuşlar. Eğer bizler, Allah’ın sözü etrafında birleşebilsek, ümmet olmak yolunda grup ve fırka taassubumuzu yenebilsek dostlarımız bize gıpta ile düşman ise hasetle bakacaktır. Bu sebeple ben Müslümanlara, tek bir mekânda toplanmaları, aynı nasihatleri dinlemeleri ve aynı fikir etrafında bir araya gelmeleri için, Cuma namazının şehirlerde tek bir mescitte kılınmasının faydalı olduğunu hatırlatmak isterim. Yoksa ümmet bilincine katkı sağlamadıktan sonra dünyanın dört bir yanından gelip de Arafat’ta vakfe yapmanın ne faydası olacak ki… Yine Müslümanlar Arafat’tan inip de kendi ülkelerine döndüklerinde birbiriyle savaşmaya devam edecek ve birbirinin kanlarını dökeceklerse Arafat’ta yaptıkları duaların, ihramlıyken getirdikleri telbiyelerin ne anlamı kalır?! Bugün Müslümanların parçalanmışlığını gösteren en önemli manzara kırk ayrı İslam ülkesinin kırk ayrı yöneticisinin olmasıdır. Bu yöneticiler müminlerin emiri değil mücrimlerin (günahkârların) emiri halini gelmişlerdir. Sonra onlara Emiru’l-Müminin (yani halife) diyemiyorum. Çünkü halife tektir. Ama mücrimlerin emirleri birden çoktur. Onlar günahkârdır; çünkü ümmeti paramparça yapmak günahların en büyüğüdür. Ümmeti parçalayıp farklı milletler haline getirmek dünyadaki en büyük bidattir. Dindeki en büyük bid’at İslam ümmetinin Sünni-Şii diye gruplara ayrılmasıdır. Resulullah(s) bizleri, tefrikanın ne olduğunu bilmeyen tek bir ümmet halinde bıraktı.
Allah Teâla: “Allah katında din İslam’dır” buyruğuyla bizlere din olarak İslam’ı seçti ve: “O size Müslüman ismini verdi” ayetinde buyurduğu gibi bizleri Müslüman kıldı. Yine Allah Teâla: “Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır” buyruğuyla İslam’dan başkasına da razı olmayacağını ifade ediyorken; Şia-Ehl-i sünnet diye tefrikaya düşen Müslümanlar, Allah’a nasıl hesap vereceklerini düşünüyorlar mı? Böyle bir durumdayken bizi her taraftan çepeçevre kuşatan yekvücut düşmana karşı nasıl direnebiliriz?! Müslümanların Şii-Sünni, Sufi-Selefi, siyah-beyaz gibi çeşitli fırka ve gruplara ayrılması karşı konulması gereken en büyük suçlardan ve en karanlık bidatlerden biridir. Dinde tefrika yaratmak amacıyla yapılan her türlü ayrıştırma haramdır. Çünkü Allah Teâla bizlere hayır üzerinde birleşmeyi ve hayırda yarışmayı emreder. Eğer Müslümanlar arasındaki teaadüt ve parçalanma her bir birimin belli bir işte uzmanlaşması amacıyla olursa, bu iyi bir şeydir. Hayatın kanunu gereği insanlar amir-memur, yöneten-yönetilen, köylü-şehirli, eğitimci-öğrenci vb. sınıflara ayrılırlar. Sosyal hayatın düzeni açısından bu gerekli bir ayırımdır. Ancak İslami fırkalar, bu ayırımlardan hiçbirine uymuyor. Onlar sadece birbirinin boğazın kesmek için ayrışıyorlar. Bu mübarek kurban bayramında, bölünme ve ihtilaftan kurtulmak ve sonunda asabiyet merkezli değil Rabbani hidayet merkezli tek bir ümmet olabilmemiz için İslam mezbahasında tefrika ve ihtilafımızı kurban etmemiz en hayırlı iştir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir).(Al-i İmran, 3/105, 106)
Ey Müslümanlar!
İslam ülkeleri, küresel Siyonizm ve haçlıların en büyük saldırılarına maruz kalmaktadır. Asabiyet duygularınızı bir kenara bırakarak bir olun ve bu saldırıların tehlikelerine karşı direnin. Filistin Müslümanların yardımlarını bekliyor. Siyonist işgale karşı tek silahı taş olan mazlum Filistin halkı, İslam ülkelerinden yanlarında durmalarını bekliyor. Filistin halkı Mescid-i Aksa’yı esaretten kurtarmak için taş ile savaşırken Müslümanlar, Yahudilerin, Hıristiyanların, evrensel inkârın küfrünü unuttular, birbirlerini tekfir etmeye başladılar. Müslümanların birbirlerine saldırmaları ümmetin bilincini ortadan kaldıracak en tehlikeli savaştır. Böyle bir savaş Yahudilerin ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’yı ele geçirmesine sadece hizmet edecektir. Birlik ve beraberliğimizi korumalıyız. Her kim Selefi veya Sufi, Sünni veya Şii kimliğini ön plana çıkarırsa, bilin ki o, İslam ümmetini bölmek isteyen yalancıdır. Hepimiz Müslümanız ve hepimiz hayırlı bir neslin hayırlı takipçileriyiz. Sadece Resulullah’a uyun: “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab, 33/21)
Bu ümmeti bölenler kendilerini öncelikle Sünni ve Şii diye ayıranlardır. Selefiler, Sufiler, Vahhabiler ve buna benzer grupların dini manada hiçbir geçerlilikleri yoktur. Müslümanlar, İslam’ın dışında, hiçbir kimliği kabul etmemelidirler. İslam’ın verdiği itibar dışında ne kavmiyetçiliğin ne de mezhepçiliğin bir itibarı vardır. Müslümanlar için bir tek “ümmet” vardır. Ey Müslüman! Sen Allah’ın dini için yardım gerekirse vatanının maslahatını göz ardı etmelisin ki Allah vatanını koruyabilsin. Hz. Muhammed Kâbe’yi kurtarmak için başlangıçta Mekke’yi nasıl feda ettiyse ümmet bilincini yeniden inşa etmek için vatanımızın maslahatlarını bu uğurda feda etmemiz gerekir. Mekke fethinden sonra Mekke, Muhammed’e geri döndü. Çünkü Muhammed ne Mekke’ye ne de Kâbe’ye tapıyordu. O sadece Kâbe’nin Rabbine, o kutsal evin Rabbine, yerlerin ve göklerin rabbine ibadet etti. Sonunda Allah onu yüceltti; yeryüzünün doğusunu ve batısını önünde açtı. Bu sebeple vatanseverlere şunu söylüyoruz: Hz. İbrahim oğlunu Allah rızası için feda etti de Allah hem baba İbrahim’i hem de oğlu İsmail’i nasıl koruduysa, siz de Allah rızası için vatanlarınızın menfaatini feda edin ki Allah böylece vatanlarınızı, topraklarınızı ve nesillerinizi koruyacaktır. Kavmiyetçiliğinizi ve asabiyetinizi Allah yolunda kurban edin ki Allah Teâla her ırktan, dilden ve milliyetten bütün Müslümanları korusun. İşte İslam budur. Kurban bayramı budur. Kurban, sadece hayvan kesmek veya kan akıtmak demek değildir. Bunların hepsi İslam’ın birer semboldür. Kurban, seninle yüce Allahın rızası arasına giren her şeyi, onun rızasını elde etmek için feda etmektir.
Güney Lübnan’daki kardeşlerinizin Lübnan’ın ve Filistin’in selameti için nasıl mücadele ettiklerine bir bakın. Filistin topraklarını ve Mescid-i Aksa’yı işgal eden Yahudilere yönelik istişhad eylemi düzenleyerek Yahudilerin bulunduğu otobüsü havaya uçuran Filistinli gence bakın. Bu genç bizlere, İslam ve mukaddesat için kendi canımızı feda etmemiz gerektiğini öğretiyor. Bu genç Müslüman, bayramının bir kurbanı olarak bizlere ümmet için nasıl fedakârlık yapılabileceğini gösteren önemli bir tanıktır. İslam’da fedakârlığı işte bu şekilde anlamak lazımdır.
Ey Müslümanlar! Bizler bugün iki taraftan birini seçmek durumundayız. Biri, Siyonistlerle işbirliği halinde olan haçlı ve Yahudi orduları; diğeri ise İslam ve iman orduları. Dilediğinizi seçin. Ya İslam ordularını seçerek Allah’ın dinine destek olur ve ortak düşmanınızla mücadele etmeyi seçersiniz; ya da müstekbir Yahudilere yem olursunuz. Bunun için de sadece, bugün nasıl yüzlerce mescit çatısı altında yüzlerce gruba ayrıldıysak aynı şekilde gruplara ayrılmanız yeterli olacaktır. Oysaki İslam tefrika ve ayrılıktan beridir.
Evet, tekrar söylemek gerekirse, şehirlerimizde, insanların Cuma (ve bayram) namazlarını tek bir çatı altında eda etmelerini sağlayacak büyük camilere ihtiyaç vardır. Mescidlerdeki cemaatin niteliği farklı olabilir. Bu önemli değildir. Ancak her şehirde veya her mahallede tek bir ümmet olduğunuzu göstermek üzere bir araya geleceğiniz büyük mescidler bulunmalıdır.
Ey Müslümanlar! Filistinli bazı kuruluşların da içlerinde bulunduğu bazı Arap kuruluşların, Yahudilerle anlaşma yaptıklarını hepimiz duyuyoruz. Yüce Allah bu kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kalblerinde hastalık bulunanların: “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.” (Maide, 5/52)
Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması amacıyla herhangi bir şekilde görüşmede bulunmak caiz değildir. Filistin devleti Filistinlilerindir. İslam topraklarından bir karış dahi olsa kâfirlere haram kılınmıştır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın…”(Bakara, 2/190) Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.(Bakara, 2/1910)
Hangi şiddet veya fitne, Yahudilerin Filistin halkını hedef alarak Müslüman halkına zulmetmesi; çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürmesinden daha büyük olabilir? Arap orduları adeta İsrail’e hizmet ediyor ve onu korumak için sağlam bir kale gibi duruyor. Arapların hiç umurunda değil. Sen, İsrail’e ulaşmak için Arap ülkelerinin sınırlarını geçemezsin. İsrail askerlerinden önce Arap askerleri onu öldürür. İşgalci İsrail ordusu seni öldürmeden saldırgan Arap orduları seni ele geçirir. Dolayısıyla Yahudi, haçlı ve sömürge güçlerinin ajanlarına karşı uyanık olman gerekiyor. İşte böyle parçalandı.
İslam, hem Müslümanlara ve hem İslam toplumunda yaşayan gayrı Müslimlere şerefli bir hayat imkânı sunmuştur. Kur’an-ı Kerim bu gerçeği şöyle ifade ediyor:
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” (Müntehine, 60/8,9) Bizler, Arap kuruluşlarına, Hıristiyanlara ve Yahudilere Tevrat’ta ve İncil’de Hz. Muhammed’le ilgili müjdeye uymaları çağrısında bulunuyoruz. Ve ümmet olabilmeleri için Araplara, Kur’an’a uymaları çağrısında bulunuyoruz.
Çev. Mehmet Seri Doğru – İslami Analiz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Başa dön tuşu