Seyyid Hasan Nasrallah’ın el-Meyadin TV’ye Verdiği Tarihi Röportaj (Tam Metni)
Seyyid Hasan Nasrallah 10 Kasım’dan bu yana niçin susmayı seçtiği ve niçin bugün konuşma kararı aldığı sorusunun cevabında şunları söyledi:
“Şüphesiz bu sessizlik ve gerçekleşen medya sükutunun benim fiziksel ve sağlık durumumla ilgisi yoktu, bu meseleyi ele alacağım zira bu konu ile ilgili pek çok soru dillendirildi. Fakat söylenen her şeyin hiçbir temeli olmayan yalanlar olduklarını, kalbimin, bedenimin ve her şeyden önce Allah’ın izniyle ruh ve aklımın kamilen salim olduğunu vurguluyorum. Allah’a şükürler olsun ki hiçbir bedensel sorunum yok. Geçtiğimiz haftalarda 60. yaşıma girdim. Bazı yazar ve sitelerin o öldü, birkaç gündür morgda yatıyor ve Hizbullah’ın önderliği büyük sarsıntı yaşıyor diye yazdıklarını işitmek komik oluyor…
Siz de biliyorsunuz ki ben fazla konuşmayı seven biri değilim. Yeri gelince, bazı münasebetler dolayısıyla konuşmuyor da değilim. Mesela 16 Şubat’taki şehit komutanları anma merasiminde konuştum. Hizbullah’ta böyle bir geleneğimiz var, benim konuşma yapmayı zorunlu saydığım münasebetler var, bazı olaylar gerçekleştiğinde duruma bakıyorum… İşin aslı bizim Aralık ve Ocak’ta hiçbir yıldönümüz yok… İnşallah bu gece konuşmak istediğim önemli olay ise Kuzey Kalkanı denen operasyon.
Netanyahu yanında sabık genelkurmay başkanı Eisenkot olduğu halde büyük bir basın toplantısı gerçekleştirip büyük askeri önlemlerden ve savaş ölçeğinde bir şeyden bahsedip adını da Kuzey Kalkanı Operasyonu koydu ve geniş bir medya operasyonuna girişti. İşin doğrusu ben kardeşlerle bir oturum gerçekleştirdik ve gördük ki farklı görüşler mevcut. Netanyahu’nun ilanından sonraki ikinci ve üçüncü günde bunun hakkında konuşmamız ihtimal dahilinde idi, fakat görüşmelerimizin sonunda Netanyahu, Eisenkot ve İsraillileri kendi hallerine bırakıp bu operasyonları sonlanıncaya kadar istedikleri kadar konuşsunlar diye karar aldık. Zira bunlardan her birinin yani Netanyahu ve Eisenkot’un bu geniş medya operasyonuna ihtiyaçları olduğu aşikardı ve biz de onlara yardım etmemeyi ve bu geniş medya operasyonlarının parçası olmamayı tercih ettik. Ben ve Hizbullah’taki kardeşlerim Kuzey Kalkanı Operasyonu sonlanıncaya kadar tepki vermeme kararı aldık. Sizin de gördüğünüz gibi bu kararımızı doğrulayan bir şekilde Eisenkot’un dönemi bundan hiçbir kazanım elde etmeden sonlandı ve operasyonun bittiğini ilan ettiler. Aslında operasyon son bulmamıştı ve hatta geçtiğimiz güne yani Cuma’ya kadar tünelleri aradıkları kazılar devam ediyordu. Ben buraya gelmeden önce kardeşlerle görüştüm ve dünkü raporlarını sordum, bana sınırdaki kazıların devam ettiğini söylediler. Peki bugünden ne haber diyince bugün işe son verdiler, zira bugün Cumartesi dediler. Ben bugünün Cumartesi olduğunu unutmuştum, evet onlar Cumartesi günü tatildeler. Öyleyse Eisenkot’un operasyon henüz tamamlanmadan sonunu ilan ettiğine ve bunun tek nedeninin de harekatı kendi kazanımları hesabına yazmak istemesi olduğuna dikkat etmişsinizdir.
Daha önce dediğim gibi biz operasyon sona erinceye kadar konuşmama kararı almıştık. İşte bu ortamda birkaç hafta önceden benim sağlık durumum ve ölümümden, Şiraz’a gittiğim ya da Şam’da bir hastanede olduğum ve İranlı doktorların vs. alarma geçtiklerinden söz etmeye başladılar. Ben ve kardeşler durumu ele aldık ve hepimiz onların beni medya önüne çekerek istedikleri bu zamanda konuşma yapmamı sağlamayı diledikleri sonucuna vardık, bense onların arzuladığı zamanda konuşmak istemiyordum. Bunun vaktini biz seçeriz. İkinci olarak da önemsiz bir kaynak ya da değersiz bir yazarın benim hastalığım ya da ölümüm hakkında bir haber yaydıkları her zaman televizyona çıkıp ey insanlar vallahi durumum iyi demek zorunda kalmak istemiyoruz. Ben her gün televizyona çıkamam. Hatta geçmişte bu haberleri yalanladığımız için kendimizi bu defa da yalanlamak zorunda görmedik. Eğer yalanlasaydık bundan da bizim böyle bir kuralımız olduğu ve ne zaman falanca hasta diye bir haber yayılsa -ve bizim de bunu yalanlamamız durumunda- demek ki hastadır sonucu doğabilirdi…”
Seyyid Hasan Nasrallah, Kuzey Kalkanı ve Siyonist rejimin tüneller hakkındaki girişimleri ve bu tüneller hakkındaki ilk tepkiniz ne oldu, acaba bu konuda gafil mi avlandınız şeklindeki soruyu ise şöyle cevapladı:
“Evvelen ben bu tüneller hakkındaki sorumluluğumu kabul ediyorum ve bu konuda ayrıntılı bir şekilde ve sizin istediğiniz gibi konuşacağım. Zira İsrailliler de bunu bekliyorlar ve ben onların bu isteklerini gerçekleştireceğim. Aynı şekilde dostlarımız da bunu bekliyorlar. Fakat başta bana izin verin ki bir kuralı netleştireyim, şöyle ki ben ya da Hizbullah evet bu tünelleri biz kazdık demek zorunda değiliz. Zira biz her zaman yapıcı belirsizlikleri tercih ediyoruz, yani İsraillilere bedava bilgi vermek zorunda değiliz, İsrailliler için çalışanlar bile onlara bedava malumat vermiyorlar! İsrailliler şu ana kadar bu tünelleri falan taraf kazdı demelerine rağmen şimdiye dek somut bir belge sunmuş da değiller. Öyleyse onların bu sorunlarını niçin biz çözelim ki? Her neyse, ben söylememem gereken bir şeyi burada onlara söylemek istemem. Fakat gerçekleri söylerim. (Sunucu: Acaba tünel var mı?) Evet, tabii ki tüneller var ve bazıları keşfedildi, bu bir realitedir. Evet Güney Lübnan’da tüneller mevcuttur, bunların eski ya da yeni oluşları, 1701 sayılı karardan sonra mı yoksa önce mi, yani 33 Gün Savaşından önce mi kazıldıkları ayrı meseledir. Kimler tarafından kazıldıkları ya da kaç tane oldukları, bu tünellerin önemleri vs. ayrı meseledir, ama evet bu tüneller mevcuttur. İsrailliler uzun yıllardan sonra bu tünellerin bazılarını keşfettiler ve bu mesele bizim için şoke edici değildi. Bizim için beklenmedik olan İsraillilerin bunları keşfetmelerinin bu kadar uzun sürmesiydi. Zira biliyorsunuz ki bizim aramızdaki sınır Gazze’deki sınırdan farklıdır. Bizim sınırımız kayalık ve dağlıktır ve tünel kazılmaya elverişli değildir, çekiç seslerinin pek çok kişi tarafından duyulması da olasıdır. Burada söylemek isterim ki hayır bizim için beklenmedik değildi ve sınırda bunun gerçekleşmesi doğaldır. Zira İsraillilerin, benim birkaç sene önce ey İslami Direnişin mücahid güçleri! Direnişin önderinin size el-Celil’i ele geçirme emrini verebileceği bir güne hazırlanın dediği günden bugüne kadar Hizbullah ve el-Celil adlı bir dosyaları vardır. Ve bu geçtiğimiz haftalardaki hadiselerle ilgilidir.”
Hizbullah Genel Sekreteri, elinizdeki bilgilere göre acaba eski tüneller (1701 sayılı karardan öncekiler) mevcut mu sorusunu şöyle cevapladı:
“Elbette mevcut. Ve bu İsraillilerin istihbarat yenilgisini gösteriyor. Bu gece işaret etmek istediğim konulardan biri de budur. Elimdeki malumata göre en azından birkaç hafta önce keşfedilen tünellerden birinin ömrü 13-14 yıl önceye gidiyor ve bu tünel İşgal Edilmiş Filistin topraklarına kadar ulaşıyor. Yani İsrail istihbaratı, İsrail ordusu, güvenlik birimleri ve tüm teknolojisi 14 yıl boyunca işgal edilmiş topraklardaki bu tünelleri keşfedememişler. Ve İsrailliler ve bazı İsrail medyası bu tünellerden birinin 13 yıllık olabileceğini söylediler ki bu değerlendirme dakiktir, yani gerçeğe yakındır. Ama ben bu tünellerin bazılarının 33 günlük Temmuz Savaşından ve 1701 sayılı karardan daha eski olduğunu vurguluyorum ve bu durum İsraillilerin bu 13 sene içindeki istihbarat yenilgisini gösterir.”
Seyyid Hasan Nasrallah, elinizdeki bilgilere göre acaba tüm tüneller keşfedildi mi sorusunun cevabında da şunları söyledi:
“Bu müphem kalması gereken bir meseledir. Ben aslında bir soru sormak istiyorum, ben aslında sizin sorunuzun cevabını verdim, eğer söylemem gereken bir şey varsa bana sormayın ben kendim derim (gülerek). Bu konudaki önemli noktalardan biri eski genelkurmay başkanı ve savunma bakanı Moşe Yalon’un, Kuzey Kalkanı Operasyonu esnasında kuzeydeki yerleşimcilere biz iki senedir bu tüneller hakkında malumata sahibiz demesidir. Zira yerleşimciler, biz iki sene önce orduya sınırda ya da kuzey bölgesinde tünel kazma faaliyetlerinin işaretlerinin mevcudiyetini haber vermiştik ve ordu bunu tamamen yalanladı diyorlar. Yalon, evet tüneller vardı ve bunların kazılışı doğruydu ama biz düşmanı kandırmak için yerleşimcilere yalan söyledik dedi. Burada ben İşgal Edilmiş Filistin’in kuzeyindeki tüm yerleşimcilere şunu soruyorum: Bugün Netanyahu, Eisenkot ve yeni genel kurmay başkanınızın artık başka tünel yok derken size yalan söylemediklerine acaba emin misiniz? Bu konuda hassas olmalısınız.”
Hizbullah Genel Sekreteri el-Meyadin TV sunucusunun “Acaba İsrailli yetkililerin tünellerin keşfi ve Kuzey Kalkanı Operasyonunun sonlandırılmasıyla Celil’e yönelik tehdidin de sonlandığı iddiaları doğru mu?” sorusunu da şöyle yanıtladı:
“Onlar bu iddialarıyla kendi halklarına sahte bir kazanım sunmak istiyorlar. Burada somut olarak bu konuya girmek istiyorum. Eisenkot ile Netanyahu basın toplantılarında biz kuzeyde bir operasyon başlatıp tünelleri bulacağız demişti. Bizzat kendisi bu tünellerin Hizbullah’ın vadettiği üzere Celil operasyonuna hazırlık kapsamında kazıldıklarını söyledi. Evvelen o bize böylece büyük bir medya hizmeti sunmuş oldu ve sessizliğimizin nedenlerinden biri de buydu. (Sunucu: Netanyahu mu? Nasıl?) Evet, Netanyahu, birazdan açıklayacağım. Şimdilik bu konuyu ele alayım. Evvelen, Netanyahu, Eisenkot ve yanlarındaki tüm kadro Arapların, Arap ülkelerinin ve Arap ordularının tehditlerine alışkındırlar ve hatta Arap hareketlerine önem vermeyip onları alaya almaya adet etmişlerdir. Netanyahu bu açıklamalarıyla tüm İsrail toplumuna, Hizbullah’ın Celil operasyonu hakkında söyledikleri ciddi ve gerçektir, İsrail bu konuyu önemsemekte, buna dayalı olarak da planlar yapmakta ve Kuzey Kalkanı Operasyonu başlatmaktadır demiş oluyor. Ben buna şunu ekliyor ve tüm bu duvar dikmeler, büyük beton bloklar ve hatta bölgedeki coğrafyayı değiştirme vs.nin gerçek nedeni İsrail’in “muhtemel” Celil operasyonundan korkusudur diyorum. Ben bir ihtimalden söz ettim ve onlar bu kadar korkuyorlar, eğer kesinlikle dersem halleri nice olur?
Kesinlikle diyeceğimiz aşamaya varmadık, belki o da olur ve eğer inşallah o merhaleye ulaşırsak bunu söyleyeceğiz. Dolayısıyla sınırdaki tüm bu girişimler onların Lübnan’a itminanla baktıklarını gösteriyor. Evet onlar gelecek savaşta Celil’e girebiliriz dediler (demek ki girebilirler). Biz bunu medya propagandası ya da psikolojik savaş olarak söylemedik, bazı Arapların genelde söyledikleri ve onların da önem vermedikleri şeyler gibi. Sınırda harcadıkları tüm bu paralar; bahsettiğim duvar yapımı, coğrafyayı değiştirme girişimleri ve hatta 2017 sonunda yaptıkları ve İsrail tarihinde gerçekleştirdikleri en büyük tatbikat Celil’i ve kuzeyi savunmak içindi. Bu durum bizim için çok iyidir. Yani eğer ben İsraillileri ve İsrail ordusunu bakın biz bir gün ciddi bir karar alırsak Celil’e gireceğiz diye ikna etmeye kalkışsam muhtemelen çok çaba harcamam gerekecekti fakat Netanyahu ve Eisenkot bu işi bizim için yaptılar. Elbette bunu kendi şahsi saikleriyle yaptılar, yoksa amacım bize hizmet etmek istediklerini söylemek değil.
Diğer bir hizmetleri de kuzeydeki tüm yerleşimcilerin kalbine korku salmaları oldu. Bunu İsraillilerin kendileri söylüyor. Ben yabancı televizyon kanallarında bazı yerleşimcilerin “Kuzey Kalkanı Operasyonundan önce tünellerin mevcut olmadığından emindik ve tek korktuğumuz şey şavaşın kopması halinde kafamıza füze isabet etmesiydi ve bunun için de sığınaklarımız vardı. Fakat bize nereden ve nasıl saldıracaklarını bilmez isek nereye kaçacağız?” dediklerini gördüm. Netanyahu kendi hedeflerine ulaşmak için -ki birazdan buna döneceğiz- tünel operasyonunu medyada büyüterek -ki aslında bu derece büyük bir medya kampanyasına ihtiyaç duymuyordu- psikolojik savaşta bize yardım etmiş oldu ve İşgal Edilmiş Filistin’in kuzeyindeki yerleşimciler arasında büyük bir korku ve kargaşa doğurdu. Emin olun ki Kuzey Kalkanı Operasyonu sonrasında kuzeydeki siyonist yerleşkelerdeki her yerleşimci duyduğu her sesten sonra İsrail ordusunu arayarak çekiç sesi duydum diyordur.Bunu bize Netanyahu verdi. Bunun için sustuk zira bizim için çok iyiydi, bize bu kadar yarar sağlarken niye bunu kesip konuşalım ki? Bu ikinci ya da üçüncü noktaydı.
Üçüncü ya da dördüncü nokta; Netanyahu ve Eisenkot İsrail halkını kandırmıştır. Yani Celil Operasyonu sona erdi çünkü biz tünelleri keşfettik ve havaya uçurduk ya da kapattık diyorlar. Netanyahu general değil ama Eisenkot kendisini general ve strateji uzmanı sayıyor. Acaba askeri bir operasyonun ne olduğunu bilen herhangi birisi, geniş bir sınır bölgesinde -yaklaşık 100 kilometre- Hizbullah’ın Celil’e girmek istemesi durumunda 4 ya da 5 tünele yerleşerek binlerce kişilik kuvvetini buraya doluşturup Celile’ye buradan girmeyi ve bölgeye hakim olmayı planladığını düşünebilir mi? Bu nasıl bir askeri mantıktır? (Sunucu: Celil’e nasıl hakim olacaksınız?) Onlara sorun kendileri diyorlar. Generalleri bilmiyor elbette biz de bilmiyoruz (yani Celil’i birkaç tünelle nasıl alacağımızı)… Fakat işi bilen İsrailli generaller Hizbullah’ın Celil’e girmesi için tünellere ihtiyaç duymadığını söylüyorlar. Sınırlarımızın mahiyeti ve sahip olduğumuz coğrafya ve hatta demografik yapımız çok farklıdır ve bizim için çok yardımcı oluyor. Bu durum, rejimin tarihi komutanlarından biri olan İzak Rabin’in sürekli bahsettiği sorunlardan biriydi. Celil’e girmeniz için bu tünellere ihtiyacınız yok. Evet tüneller sınırlı ve cüzi olarak yardımcı etken olabilirler. Ama bu derece kapsamlı bir operasyon gerçekleştiğinde tüm sınıra, tüm açık arazilere, yükselti ve dağlara ihtiyaç duyulur. Ben onlara söyledim ve tekrar diyorum, eğer gelme kararı alırsak siz bunun nereden olacağını bilemeyeceksiniz. Zira eğer savaş koparsa Celil’e girip girmeme kararını biz o zaman alacağız. Ben hiçbir girişimden önce konuşmam, sonra yarın Seyyid savaş ilan etti ya da savaşla tehdit etti derler. Hayır, bunların tamamı savunma çerçevesinde yer almaktadır.
Onlar bizim nasıl nerden gireceğimizi bilmiyorlar. Karadan mı, yeraltından mı, yer üstünden mi, yoksa yağmur gibi gökten mi? Kısa bir süre önce Lübnan’daki televizyon kanallarından birinde motorsikletler hakkında bir program yayımlandı, iki üç metre belki daha fazla uçtuklarını gösteriyordu. Hizbullah’ın da motorsiklet sürücülüğü tecrübesi var (gülerek).Ben kendim Netanyahu ve Eisenkot’un Celil Operasyonu ya da Celil Operasyonu tehdidinin tünellerin keşfiyle sonlandığını söylediklerini duydum. Öncelikle bu tarz düşünüşte niteliksel bir çatlak var. Zira Celil Operasyonu tünellere bağımlı değildir ve ayrıca bu değerlendirmenin ayrıntılarında da çatlaklar vardır, onlar bu tünellerin tamamını keşfettiklerini nereden biliyorlar ki?”
Hizbullah Genel Sekreteri beton engeller, özellikle de bu betonarme bloklar size engel olmayacak mı sorusuna da şöyle cevap verdi:
“Biz ülkemizi savunmak için tüm savunma tedbirlerini alma hakkına sahibiz… Kağıt üstündeki ve meydandaki planlarımızın, eğitim görüp tatbikat yaptığımız ve hazırlandığımız projelerimizin bir bölümü el-Celil’e girmek şeklindedir. Fakat bazı planlar savaş şartları ve fiili durumda etkili olacaktır ve bunu uygulayıp uygulamayacağımıza savaşta karar vereceğiz ve İsraillilere bu konuda kesin bir bilgi vermek istemiyorum. Fakat onlara şunu vurgulamak istiyorum ki evet bizim bazı planlarımız için onlar da program yapıyorlar (Sunucu: Siz bunu yapabilir misiniz?) Evet bunu yapabiliriz, inşaallah. Bu duvara gelince, önemli olan bunun gücüne sahip olmanız, eğer gücünüz varsa karar almak şartlara, savaştaki hadiselere ve faydalara bağlı olur. (sunucu: bu güce sahip misiniz?) Evet hiç şüphesiz yıllardır bu güce sahibiz. Suriye tecrübesinden sonra bu iş bizim için düşündüğümüzden ve zannettiğimizden daha kolay hale geldi. Bu yaptıkları duvarın Kur’an-ı Kerim 1400 yıl önce haberini vermiştir: ‘Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar.’ (Haşr, 14) Onlar korkaktır ve duvarlar arasına saklanmışlardır ve biz inşallah bu duvarlar için de bir çare bulmuş durumdayız. (Sunucu: Bu nasıl olacak? Askeri planları vermeyin ama bu nasıl olacak?)
Her şeyin bir çaresi vardır, onların bir aklı ve mantığı var ve bizim de akıl ve mantığımız var ve bizim akıllarımız onlarınkinden ilerde, önemli olan sadece bizim bunu işletmemiz.”
Seyyid Hasan Nasrallah, sunucunun, “Siz her zaman İsrail’i tehdit ediyor ve saldırması halinde sarsıcı bir cevap alacakları tehdidinde bulunuyorsunuz ve 10 Kasım tarihli son konuşmanızda bunu tekrar vurgulayarak ‘pişman olacakları bir cevap vereceğiz’ dediniz. ‘Pişman olacaklardan’ ne anlamalıyız?” sorusunun cevabında şunları kaydetti:
“Bu mesele gerçekleştiğinde herkes pişman olacaklar ne anlama geliyor anlayacak, şimdi müphem kalsın. (Sunucu: Tekrar ediyorum, askeri program vermeyin fakat İsrail pişman olacak ne demek?) Şu anlamda ki yeni bir saldırıya girişmemeliler, çünkü bu saldırının bedeli öngördüklerinden çok daha ağır olacak. Bu akşamki söyleşimizin bölümlerinden biri Netanyahu ve İsrail yeni genelkurmay başkanı ve aynı şekilde düşman rejiminde onların yanlarında yer alan kişilerden bir istek olacak ki bölgede gerçekleşen hadiseler hakkındaki yanlış değerlendirmelere duçar olmasınlar, özellikle de Suriye konusu hakkında. Ama izin verin tüneller konusunu tamamlayalım.”
Sunucunun “Pişmanlık hakkında, acaba bu pişmanlık şehirleri ilgilendirecek şekilde mi olacak yoksa tesisler, kurumlar ya da kazanımları hakkında mı, acaba el-Celil’den Gazze’deki sınırlarına kadar mı pişman olacaklar?” sorusunu ise Seyyid Hasan Nasrallah şöyle cevapladı:
“Ben söylenecek şeyleri söyledim, siz nasıl isterseniz bunları öyle analiz edin. (Sunucu: Ben uzman değilim bunları siz teşrih edin.) Nihai olarak şunu demeliyim ki seçeneklerimiz açıktır. Bütün bunlarla birlikte, Amerika ve İsrail’in sultacı söyleminde size her zaman tüm seçenekler masada derler. Bugün Direniş, belki de tüm cephelerdeki Direniş Ekseni demeli, öyle bir konumda ki tüm seçeneklerimiz masada diyor, ihtiyaç duyulan her şeyle; mantık, akıl ve cesaret ile birlikte. Bazen bazıları korkularını akılları ardında gizlemeye çalışıyorlar. Akıl, bilinç ve cesaret, bu savaşta sebat, zafer ve caydırıcılığın güçlendirilmesi için gerekli ne varsa biz hiç şüphesiz bunları öne süreceğiz.”
Sunucunun “Sebat ve zafer şeklinde iki kavrama işaret ettiniz, acaba sebat İsrailli düşmanın hedeflerinin gerçekleşmesine engel olmanız anlamında mı yoksa İsrail’i tam olarak her hamleden alıkoymayı mı kastediyorsunuz?” sorusuna Hizbullah Genel Sekreteri şu yanıtı verdi:
“Ayrıntılarda bazı farklar var. Bazen biz kapsamlı bir saldırı ve savaştan söz ediyoruzdur. Geliyor ve diyorsunuz ki iyi, eğer bu savaşın karşısında direnmek istiyorsanız bu savaşta karşı karşıya gelmenizin hedefi nedir? Bazen de kapsamlı bir savaştan söz ediyor değilizdir ve çatışmanın kurallarını değiştirme gayreti söz konusu ediliyordur. Çatışmanın kurallarını değiştirmek için yapılan belli ve somut bir saldırıdır. Birinci mesele kapsamlı bir meseledir fakat eğer sorunuz ikinci mesele hakkındaysa, biz düşmana çatışmanın kurallarını değiştirme ya da kendi çatışma kurallarını bize dayatma hakkı vermeyeceğiz. Biz direniş faaliyetleri esnasında caydırıcılıkta somut bir aşamaya vardık, en azından bunu korumalı ve hatta düşman çatışma kurallarını değiştirmeye çalışırken bunu geliştirmek için gayret etmeliyiz. Doğal olarak biz burada Lübnan cephesinden söz ediyoruz ve Gazze konusu Gazze’deki kardeşlerimizle ilgilidir. Suriye konusuna gelince bundan söz edeceğiz.”
Meyadin TV sunucusu bu özel konuşmanın devamında Hizbullah liderine şu soruyu yöneltti: “Siz İsrail’e çatışma kurallarını değiştirmesine izin vermeyeceğiz demiştiniz, fakat Hizbullah’ın, İsrail’in Lübnan sınırında ördüğü duvarlar karşısında aldığı konum ile acaba sizin çatışma kurallarınızdan biri değişmiş olmadı mı? Acaba size göre tartışmalı arazide sınıra duvar örülmesi çatışmanın kurallarını değiştirmek demek değil midir?”
Seyyid Hasan Nasrallah ise bu soruyu şöyle cevapladı:
“Bu konu çatışma kurallarıyla ilgili değildir. Bu ayrı bir konudur. Mesela, sınırlar konusunda daha en başında yani 2000 yılında ve İsrail’in Lübnan topraklarından geri çekilişinin başlangıcında ülkede ‘Hizbullah, sınırların yakınında ne yapacak?’ diye büyük bir soru doğmuştu. Ben, vazifemiz ilk aşamada Lübnan toprağını korumaktır dedim. Bu nedenle bana sizce Lübnan toprağı neresidir diye soru yöneltildi. Ben Lübnan toprağını tayin edecek olan Direniş değildir diye cevap verdim. Lübnan toprağını Lübnan ülkesi belirler. Ben Lübnan ülkesi dedim, Lübnan devleti değil. Zira bu hakimiyet ile ilgili bir meseledir; meclis, hükümet, cumhurbaşkanı ve tüm ülke ile alakalıdır. Ülke, burası Lübnan toprağıdır dediğinde biz Lübnan direnişi olarak Lübnan toprağını özgürleştirme görevini üstleneceğiz. O dönemde Emil Lahud Lübnan Cumhurbaşkanı ve Selim el-Hıs da başbakan idi ve hükümet ve meclis Şaba çiftlikleri ve Kefer Şuba tepelerini Lübnan toprağı ilan etti. Bu nedenle biz de bu bölgeleri Lübnan toprağı saydık. Bu nedenle eğer dikkat etmişseniz, hatta bu bizim geçmiş söylemimizin bir parçası bile değildi. Biz sınır şeridinden söz ettiğimizde ayrıntılara girmiyorduk… Bu nedenle duvar konusunda hükümetin arkasındayız, Direniş, Lübnan ordusunun arkasındadır ve biz bu konuyu daha önce ilan etmiştik, yeni bir konu değil. Sonuç olarak hükümetin nasıl davranacağına ve bu dosyayı nasıl ele alacağını beklemeliyiz. Dolayısıyla bu konu farklıdır. Ben mesela bu konu hakkında şöyle diyorum: Siyonist düşman eğer Lübnan içindeki hedeflere operasyon ve suikast düzenlerse, Lübnan toprakları içinde güvenlik operasyonları gerçekleştirirse, eğer Lübnan Hizbullahı güçlerini hedeflerse, hatta bu konuyu biraz daha genişletip eğer İsrailliler Suriye’de Hizbullah’taki kardeşlerimizi hedeflerse –biz Kuneytra hadisesinden sonra bu konuyu genişlettik- ne yapacağımız hakkında konuşurum. Evet biz bunları saldırı sayıyoruz ve buna cevap vereceğiz.
Biz İsrail’in hava saldırılarından söz ettiğimizde, elbette bu hava saldırılarına cevap vermemiz için ille de Hizbullah hedeflerine karşı düzenlenmeleri gerekmiyor. Bu konu tüm Lübnan, emniyeti ve ülkedeki istikrar ile ilgili olduğundan biz buna cevap veriririz, Hizbullah hedeflerine yönelik olmasalar da. Bu konunun pek çok fiili örneği olabilir, benim söylediklerim örnektiler. Bunlar yegane örnekler değiller, bunlar artırılabilir.”
Sunucunun “İsrail’in hangi girişimini sınırlı bir saldırı operasyonu değil de kapsamlı bir savaş başlatma addedersiniz?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Bu konu bugün artık İsrail’in hangi girişimini savaş başlatma telakki edeceğimizi söylemeye ihtiyaç bırakmamaktadır, zira tüm halk bu konuyu duyumsamaktadır. Savaş, inkar edilmesi mümkün olmayan, apaçık özelliklere sahiptir.
Somut hedeflere yönelen her operasyon bir ölçüde çatışmanın kurallarını değiştirmek ve cevap vermenin kapsamını değiştirmektir ve biz bunu temel alarak bu operasyonlara cevap veriyoruz, fakat her türlü kapsamlı operasyonu -düşman bunu sınırlı saysa da- bir savaş ve savaş ilanı sayarız. Geniş kapsamlı operasyon ile savaş ilanı arasında çok belirgin bir sınır yoktur.
2019 yılının sorunlarından biri de kriz içerisindeki İsrail başbakanının yanlış bir değerlendirmede bulunmasıdır. Zira İsrail başbakanı ahlaki bir buhran içindedir, yolsuzlukla itham edilmiş ve bundan sıyrılmak istemektedir. Tüneller konusu tam da Netanyahu’ya ithamlar yöneltilmişken doğdu. Dolayısıyla onun kendisini İsrailliler ve (İşgal Edilmiş Filistin’in) kuzey halkına içi boş bir kahraman olarak sunması ve kuzeydeki tüm yerleşimci halkın kalplerine korku salarak bu yolla kendisini fasit İsrail yargısından kurtarmak istemesinin önünde bir engel yoktur. Suriye dosyasını da büyük ve yaygın bir çatışmaya döndürecek ve bu surette kendi seçimini lehinde şartlar doğuracak -kendisini güçlü ve muktedir bir devlet adamı göstererek- bir girişimde bulunmaktan endişe duymamaktadır. İsrail seçimlerine müdahale etmek istemesem de ve bizim için Netanyahu, Ehud Barak ya da filanca arasında herhangi bir fark olmasa da, onlara bu kişinin seçime kadar önümüzdeki haftalar ve aylar boyunca yüzleştiği krizler nedeniyle yanlış analizlerde bulunarak başbakan kalmak ya da hapse gitmemek için her şeyi yapabilir uyarısında bulunuyorum.
Seyyid Hasan Nasrallah, sunucunun “Eğer Netanyahu bir hata yaparsa sizin cevap vermeye hazırlığınız var mı?” sorusunu ise şöyle cevapladı:
“Biz ve tüm Direniş Ekseni cevap vermeye hazırdır. Bu konu Direniş Ekseninin alacağı karar ile alakalıdır. Ben iki ay önceki konuşmamda, elimdeki istihbarata dayanarak İsrailliler falan ve filan yeri hedef alacaklar dedim ve İsraillilere hitap ederek eğer böyle yaparsanız bu saldırılara kesinlikle cevap vereceğiz uyarısını yaptım.
Netanyahu’nun yanlış değerlendirmelerinin Lübnan’a saldırmasına yol açmasını uzak bulmakla birlikte elbette tamamen reddetmiyorum. Netanyahu’nun yanlış hesaplarının etki edebileceği yer Suriye’dir. Ve muhtemelen Gazze’de de yanlış bir analizde bulunabilir. Lübnan her zamankinden daha fazla teyakkuzda olacaktır. Ve bu durum bu bölgelerdeki şartların farklılıkları nedeniyledir.”
Seyyid Nasrallah “Gazze’deki değerlendirme hatasından kastınız nedir?” sorusunun cevabında da şunları kaydetti:
“Gazze’deki değerlendirme hatası yani Gazze’ye baskıları artırmak. Gazze açlıktan ölmeyi kabul etmeyecektir. Gazze bu kuşatmayı kabul etmiyor. Gazze, Gazze Şeridi’nin herkese açık olmasını; halkı, ve Gazze Şeridi’ndeki mevcut direniş hareketleri karşısında terör operasyonları gerçekleştirilmesini kabul etmiyor. Gazze’de elde edilen son başarılardan sonra -ki psikolojik, siyasi, sahasal ve askeri açıdan gerçek bir zafer sayılırlar- Gazze halkı üst düzey bir hazırlığa sahiptir ve İsraillilere her iş için izin vermezler. İsrail’in saldırganlıklarına geçmiş seferlerdekinden daha şiddetli bir cevap verecekler…”
Seyyid Hasan Nasrallah şöyle devam etti:
“İsraillilerin Lübnan sınırında keşfettiği tüneller meselesine gelince, bu İsraillileri korkutmada çok etkili oldu, bu durum onlara bu tüneller savaşlar hakkındadır demiyor ama onlar, bu tünellerin Hizbullah tarafından önleyici saldırılar yapmak ve yaklaşık olarak biner biner ya da 500 savaşçıyı İsrail’e sokmak ve büyük terör eylemleriyle İsrail’i sarsmak amacıyla hazırlandığı mesajını aldılar. Bu tasvir, İsrail ordusunun eski genel kurmay başkanı Gadi Eisenkot tarafından yapılmıştır. Bu kişi böyle bir sahne çizmekle İsrail toplumu içinde büyük bir korku saldı. İsrailliler biz Hizbullah tünellerini keşfettik diyorlar, çok iyi eğer yeni tüneller kazılmışsa İsraillilere ne diyeceksiniz.
Herkes tünellerdeki başarılar konusunda General Eisenkot’un İsrail genelkurmay başkanlığı makamından nasıl çekildiğini ve dosyasında uyduruk bir başarı olarak görüldüğüne tanık oldular. Her ne kadar bu başarı kuzeydeki yerleşimcilerin -Filistinli kardeşlerimizin ifadesiyle yerleşimci sürüleri- güven duygusunun aleyhine olsa da. Bu konu tamamlandı ve bitti fakat musibet şu ki Netanyahu bu konuyu tekmil etti. Bu nedenle Hizbullah’ın tüneller dosyası hakkında konuşmak istiyorum, bu konu olduğundan da büyütüldü ve Kuzey Kalkanı Operasyonu olarak adlandırılmayı haketmiyordu, zira İsraillilerin bu girişimi bir dizi önlem toplamından ibaretti. Bazen bir yerde bir sorun, bir sızma ya da bir hadise meydana gelir ve askeri güçler sorunu bertaraf etmek için bu gelişmelerin olduğu bölgeye giderler, konunun hacmi aslında bu derecede idi. Tünel operasyonları, bizim daha önce uyarıda bulunduğumuz Celil Operasyonunu iptal etmiyor hatta bunun üzerinde yüzde on derecesinde bile etkisi olmayacaktır.
Ayrıca bu operasyondaki siyasi yenilgiden de söz etmek zorundayız. Bu İsrail operasyonunun amacının Lübnan içinde kargaşa ve ikilik yaratmak olması mümkündür, fakat Lübnanlılar pek çok konuda birbirleriyle ihtilaflı olsalar da bu konuyla yüzleşmede Lübnanlı siyasiler arasında çok iyi bir uyum mevcut idi. Yani cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, devlet kurumları ve Lübnan kamuoyu uyum içerisindeydiler ve Netanyahu’ya ve medyadaki seslerine Lübnan’da etkide bulunmaları izni vermediler. Netanyahu bu meselenin BM Güvenlik Konseyinde ele alınarak, UNIFIL kuvvetlerinin yetkilerini İsrail polisi işlevi görecek ve Güney Lübnan’da İsrail çıkarlarına hizmet edecek şekle dönüştürecek kararlar almalarını bekliyordu. Bu konu 2006 yılında ve daha önceki tarihlerde de başarısızlığa uğradı ve hatta geçen yıl da başarı kazanamadı. İsrail tünel operasyonunu büyük göstermek suretiyle bu yönde hareket etmek istedi fakat bunda da başarı kaydedemedi. İsraillilerin bu konudaki başarısızlklarının nedenlerinden biri Lübnan devletinin tüm tabakalarıyla aldığı resmi konum idi. Lübnan devleti BM Genel Konseyinde tek bir tavır ve ses içerisinde oldu. Aynı şekilde bu bağlamda Kuveyt devletinin olumlu tavrını da kaydetmeliyiz. Aynı şekilde Fransa’nın tavrı da Amerika’dan farklıydı ve sonuçta İsrail’in Güvenlik Konseyindeki çabaları sonuçsuz kaldı. Bence Netanyahu Kuzey Kalkanı Operasyonu ile amaçladığı tüm hedeflerde başarısız oldu ve bize büyük bir medyatik, ruhi ve manevi hizmette bulundu. Elbette şu noktaya da dikkat etmeliyiz ki İsraillilerin keşfettikleri tünellerin Hizbullah’ın elindeki tüm tüneller olduğu da malum değildir.
Yani mesela eğer 30 tünel bulmuş olsalardı bunu ‘operasyon’ olarak adlandırmaları o zaman yerinde olurdu.”
Seyyid Hüseyin Nasrallah, el-Meyadin TV sunucusunun “Bu tünellerin sayısı hakkında sizing bilginiz var mı?” sorusunu ise gülerek “Allah bilir” diye cevapladı ve devam ett:
“İsrail’in sınırdaki o duvarda çizdikleri yer Lübnan toprağıdır ve Lübnan devleti orayı kendi toprağı yani İşgal Edilmiş Filistin’in parçası saymaktadır. Ve BM, başka bir ifadeyle UNIFIL bu bölgeyi tartışmalı bölge sayıyor. Milli Güvenlik Konseyi, cumhurbaşkanının önderliğinde ve başbakan ve bakanların, ordu komutanlarının ve güvenlik birimleri başkanlarının eşliğinde bu oturum hakkında bir araya geldiler ve o vakitte İsraillilere bu duvarın yapılması izni verilmemesi kararı alındı. Bunun sorumluluğu orduya bırakıldı ve gerektiği zaman ateş açma izni verildi. Bu oturum bundan birkaç ay önce gerçekleştirildi. Her neyse, bildiğiniz gibi altın denklem, yani ordu, halk ve direniş temelince biz de bu konuya dahil olduk, zira biz direnişiz, Lübnan milletinin bir parçasıyız… Bu nedenle İsrailliler duvarın yapılmasını durdurdular ve bu ordunun hanesine yazılmış bir başarı oldu.”
Seyyid Hasan Nasrallah devamında şu konulara değindi:
“Suriye’deki hadiseler çok büyük ve önemlidir ve İsraillilerin Suriye’deki kaygıları çok büyüktür… İsrail’in 2011 yılından bu yana Suriye hakkında kendileri için yaptıkları tüm değerlendirmelerin hepsi ağır bir yenilgiye uğradı. Şimdilerde de Netanyahu bu askeri ve medyatik gürültüyle bu yenilgisinin üstünü örtmek istiyor. Biz bugünden İsrail seçimlerinin gerçekleşmesine kadar Netanyahu’nun sesinin yükselmesini ve akılsız işlere girişmesini beklemeliyiz, zira o seçime girecek ve siz çok iyi biliyorsunuz ki Avigdor Lieberman’ın Gazze ile bir derdi var ve Netanyahu’yu zayıf, iradesiz ve korkak bir başbakan olarak ve generaller ile irtibatı olmayan, generallerin neslinden olmayan biri göstermek istiyor. Öte yandan Netanyahu da kendini ispatlamak ve bu seferde işi sadece Arap halkları değil İsrailliler aleyhine de olsa bitirmek istiyor. İsrailliler her zaman bizim döktüğümüz kanlar vasıtasıyla seçim yapıyor ve oy veriyorlardı fakat yüzleştikleri darboğazlar onları bu defasında kendi kanları ile de oy vermek noktasına getirdi.
Şimon Peres de 1996 yılında seçim zaferi için Lübnan karşısında Gazap Üzümleri operasyonunu başlattı ve üstelik arkasında Şarm eş-Şeyh müzakerelerini de bulunduruyordu ve tüm dünya onunlaydı. Fakat o yılki seçimlerde yenilgiye uğradı, zira onlar ahmaktır.”
El-Meyadin sunucusu “İsrailliler kırmızı çizgimiz Lübnan’da ya da sınıra yakın bölgelerde nokta atışlı füzelerin üretilmesidir diye vurguluyor, acaba Hizbullah’ın nokta atışlı füzeleri muammasını bizim için çözmeniz mümkün mü?” sorusunu ise şöyle cevapladı:
“Bakınız, bir zamanlar İsraillilerin bizimle derdi elimizde 20 kilometreden daha fazla füzeler olmamasıydı. Direniş güçleri genelde Katyuşa füzelerine sahiptiler ve bunun menzili de 19-20-21 kilometre idi. Bu aşamadan sonra Direniş Hayfa’ya kadar ulaşacak 40 kmlik menzile sahip füzeler elde etti. İsrailliler bu durumu durdurmak istediler fakat Hizbullah’ın füzelerinin gücününün artırılması durmadı ve Direniş güçleri Hayfa’dan da uzak bölgelere ulaşacak füzeler elde etti. 33 Gün Savaşı’nda Hayfa’yı ve İsrail’in merkezi noktalarını hedefledik ama Tel Aviv kaldı. Biz 33 Gün Savaşı’nda füzelerimizin Hayfa’nın ötesinin de ötesini vurabileceğini söylerken Tel Aviv’i kastediyorduk. Bu nedenle hatırlarsanız İsrailliler Beyrut’un bombalanması tehdidinde bulunduklarında biz de Tel Aviv’e füze saldırısı yapmakla tehdit ettik. Biz hiçbir zaman savaşçılarımızın gerçekleştiremeyeceği tehditlerde bulunmuyoruz. Her halukarda İsrailliler Hizbullah’ın daha uzun menzilli füzeler elde etmeye engel olmada gösterdikleri tüm çabalarda ümitsizliğe düştüler ve bu sorunun çözümünü bulamadılar. Ellerinden gelen tek şey bu füzelerin az ya da çok olduğunu söylemek, yüz ya da bin tanedir demek oldu, bunların hepsi konunun ayrıntısıydı, önemli olan şudur, mesela tek bir füzenin Askalan’a düşmesi halinde bakın ne olacak. Büyük ve güçlü füzelerden birkaçı aynı anda Tel Aviv’e düştüğünde ne olacağını tasavvur edin. Bu sorunun cevabını Tel Aviv sakinlerine sormamız gerekiyor. Bazı İsrail generalleri konuyu doğru bir şekilde açıklıyorlar, ki bunlar kendi toplumları karşısında sadıktırlar. Onlar gelecekte bir savaşın çıkması durumunda bunun geçmişteki savaşlar gibi olmayacağını söylüyor, biz sınırda savaşırken siz de İsrail kafelerinde rahatça oturup çay içecemeyeceksiniz diyorlar. Hayır artık bu iş bitti. Bundan sonra gerçekleşecek her savaşta tüm İşgal Edilmiş Filistin toprakları harp cephesi olacak. Elbette bizim hassas olmayan füzelerden (nokta atışlı olmayan füzeler) bahsederken kastımız bizim bu füzeler ile Tel Aviv’i ve İsrail’in diğer şehirlerini vuramayacak ve sadece büyük askeri karargahları hedefleyeceğiz demek değildir. Bu füzeler İsrail şehirlerini çok iyi hedefleyebilirler. Bizim nokta atışlı değiller derken kastımız bizim istediğimiz hedefi vuramamasıdır, mesela İsrail savunma bakanlığını, havaalanını ya da falan hava üssünü vuramayabilir. Hassas olmayan füzenin hata payı çoktur fakat nokta atışlı füzede böyle değildir. Hata payı 5-10 metre, bilemedin 50 metredir. Elbette 50 metrelik hata derken büyük hava üslerinden ve büyük binalardan söz ettiğimize dikkat edin.
Çok iyi, görüyorsunuz ki İsrailliler şimdiden nokta atışlı olmayan füzeler karşısında teslim olmuş durumdalar ve tüm konuşmaları nokta atışlı füzeler hakkındadır.”
Seyyid Hasan Nasrallah şöyle devam etti:
“İzin verin İsraillilere bir şaka yapayım. Ben İsraillilere derim ki Netanyahu’ya Hizbullah’ın nokta atışlı füzeler elde etmesine izin verin demeniz sizin lehinizedir, zira Tel Aviv’e cevap vermek istediğimiz günde nokta atışlı füzelere sahip olmamız durumunda askeri karargahları vuracağız ve eğer füzelerimiz hassas olmazsa askeri üsleri vurmak istememize ragmen bunların 500-1000 metre hata yapmaları halinde askeri noktaların değil de halkın üstüne düşmeleri mümkündür. Dolayısıyla siz İsrail halkının menfaati bizim nokta atışlı füzeler elde etmemizdedir.
Dolayısıyla İsraillilerin halihazırdaki sorunu Hizbullah’ın nokta atışlı füzeleri olmuştur. Onlar bizim Suriye’yi hedeflememizin nedeni nokta atışlı füzelerin Hizbullah’ın eline geçmemesidir diyorlar. Ben Muharrem’in onunda İsraillilere demiştim, bu konu tamamlandı. Siz Suriye’yi boşuna vuruyorsunuz, biz yeterli sayıda nokta atışlı füzeye sahibiz. Bizim gelecek savaşlarda İsraillilere karşılık verebilmek için yeterli sayıda nokta atışlı füzemiz var ve istediğimiz ve savaş planlarımızın gerektirdiği tüm hedeflere isabet kaydedebiliriz. İsrailliler nokta atışlı füzelerimizin sayısı çok değil diyorlarsa, benim onların bu sözleriyle işim yok, bu konuda onlarla tartışacak değilim, bırak mutlu olsunlar. Benim dediğim şu, bu iş halloldu ve biz nokta atışlı füzeleri elde etmede başarılı olduk… Elimizde yenilerini nakletmeyi gerektirmeyecek kadar nokta atışlı füze var, Lübnan’a dayatılacak her savaş için yeterlidirler ve bizim hiçbir eksiğimiz yok.”
Hizbullah Genel Sekreteri Fırat’ın doğusundaki Amerikan destekli Kürt gruplarının Körfez’deki Arap ülkeleri tarafından finanse edildiklerine de değinerek “Erdoğan’ın Adana Anlaşmasına işaret etmesi, Suriye ordusunun ülkenin kuzeyinde varlık göstermesine imkan verecek bir çözüme yanaştığını gösteriyor” dedi.
Seyyid Hasan Nasrallah İdlib konusunda tüm seçeneklerin masada olmakla birlikte önceliğin siyasi çözümde olduğunu, İdlib’i özgürleştirmek için gerekli tüm hazırlıkların yapıldığını fakat Türkiye’nin insani problemleri bahane ederek operasyonun başlamasına engel olduğunu söyledi ve “IŞİD’in Fırat’ın doğusundan sökülmesiyle birlikte Suriye ordusunun ve müttefiklerinin endişe edecek bir şeylerinin kalmayacağını” kaydetti.
Seyyid Hasan Nasrallah “Amerikan güçlerinin Suriye’den çekilmesinin bizzat ABD yenilgisi olmakla birlikte bu girişimi Trump’ın ve ülkesinin yeni bir stratejisi ve komplosu olarak” değerlendirdi.
Hizbullah Genel Sekreteri, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’in Şam ile görüşmesinin Arabistan’ın yeşil ışık yakmasıyla gerçekleştiğini belirterek, bu ülkelerin Suriye’ye yönelmesinin nedeninin Amerika’nın bu ülkeden geri çekilmesi olduğunu ve bu kararın Ebu Dabi’de yapılan bir oturumda durum değerlendirmesi yapılmasından sonra alındığını kaydetti.
Seyyid Nasrallah şöyle devam etti:
“Trump’ın Suriye’den çıkma kararı Arabistan ve Emirlikler’i dehşete düşürdü. Onlar asıl tehlikenin İran değil Türkiye olduğu neticesine vardılar. Bu nedenle de Suriye’ye mesaj yollayarak Arap Birliğine geri dönmesi için istekte bulunması gerektiğini söylediler. Şam onlara Suriye’yi kim çıkardıysa onun geri alması gerektiği cevabını verdi.”
“Pek çok üst düzey Arap ülkesi yetkilisi, ezcümle güvenlik makamları Suriyeli makamlarla görüşmek için Şam’a gittiler, ben şimdi onların isimlerini veremem.”
“Amerikalılar Suriye’de yenilgiye uğradılar, fakat asıl mağlup Netanyahu oldu. Netanyahu ABD ve Rusya’da İran’ı Suriye’den dışarı çıkarmak için çok gayret etti ama yenilgiye uğradı. İsrail Suriye’deki tüm hedef ve arzularını yitirdi. Bugün Suriye geçmişten daha güçlü hale gelmiştir.”
Seyyid Hasan Nasrallah sözlerini şöyle sürdürdü:
“İsrail’in Suriye’ye saldırıları karşılığında muhtemelen yeni kararlar alacağız, zira son saldırılar çok tehlikeli idi. Netanyahu son gelişmeleri ve Suriye’nin güçlü hava savunma sistemleri elde ettiğini göz önüne alsa iyi eder. Netanyahu bilmelidir ki Rusya İsrail’in hamleleri için hava sahasının açık olmasında etken olamaz. Netanyahu hataya düşmemelidir, zira Direniş Ekseni ve en başında Suriye bu girişimlerinin cevabını verecektir” dedi.
Seyyid Hasan Nasrallah Bahreyn meselesine de temas ederek “Bahreynli muhalifler Katar, Kuveyt ve Türkiye gibi ülkelerden kendileriyle hükümet arasında arabuluculuk etmesini dilediler, fakat Bahreyn’de diyaloğu Suudi Arabistan kesmektedir.”